Nükleer Silahlar ve Nükleer Silahların Barışçıl Amaçlarla Kullanımı Meselelerinin “NPT” Açısından Kısa Bir Hülasası

Nükleer silahların tarih sahnesine çıkışından sonra Devletler, bu silahları “güvenlik stratejisi” açısından değerlendirerek; nükleer silahlara sahip olan devletlerin bu silahların caydırıcılık çerçevesinde devletlere getireceği katkı ve kazanımları uluslararası politikada kendi lehlerine kullanmışlardır. Nükleer silahların bu bakımdan devletlerin politikalarına ve stratejilerine sağladığı katkı hasebiyle, bu tür silahlara sahip olmayan devletler de bu silahları üretmek/envantere eklemek isteğiyle çeşitli girişimlerde bulunmuşlardır. Ancak uluslararası hukuk boyutunda bu tür silahlar için getirilen düzenlemeler, her isteyen devletin nükleer silahları edinebilmelerini bir anlamda yasaklamıştır. Tüm bu gelişmeler, Soğuk Savaş olarak adlandırılan dönem içerisindeki uluslararası politik alanda etkisini oldukça fazla hissettirmiş ve yine bu düzenlemeler; genel manada bu dönem konjonktürü içerisinde ve bu döneme göre getirilmiştir. Hâlihazırda değişim emareleri gösteren ve bu minvalde bir süreç içerisine giren uluslararası politik alan, devletlerin kendi kendilerinin güvenlik ihtiyaçlarını karşılaması gerektiği düşüncelerine ağırlık kazandırmış ve devletleri; izleyecekleri strateji ve uygulayacakları politikaları bu düşünce çerçevesinde belirlemeye doğru sürüklemektedir. Tüm bu gelişmeler ve hâlihazırdaki uluslararası politik alanın içinde bulunduğu değişim süreci münasebetiyle birçok devlet, uluslararası politik alanda kendisine büyük bir güç kazandıracak olan nükleer silahları edinmenin yollarını aramaya başlayacaktır. Bu devletler içerisinde en avantajlı olan devletler hiç şüphesiz, ellerinde henüz nükleer silah üretecek yapıda bir tesisi olmasa da barışçıl amaçlı nükleer güç üretecek tesisleri olup, bu tesislerle nükleer enerji üretebilen devletlerdir. Bu devletlerin; kendi kendilerinin güvenliklerini sağlamak zorunda kalacakları düşüncesiyle nükleer silah sahibi olmak ve bu silahların uluslararası politik alanda kendilerine sağlayacağı güç ve caydırıcılık avantajını elde edebilmek için;hâlihazırda barışçıl amaçlı nükleer güç üretimi yapabilen tesislerini, nükleer silah üretimi yapabilen tesislere çevirme yolunda faaliyetlerde bulunacak olmaları oldukça muhtemeldir.

Nükleer Silahların Tarihsel Süreci:

1945 yılında ABD’nin ilk nükleer silahı üretip aynı yıl Japonya’nın Hiroşima kentinde bu silahı kullanmasına giden süreç , 1930’larda başlamıştır. Bu süreç içerisinde özellikle Nazi Almanyası Nükleer silah üretmek için büyük çaba sarf etmiş olmasına rağmen, İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Nazi Almanyası’nın yenilgisi, bu çalışmaların kendisi açısından başarısız olarak kalmasına sebep olmuştur. Ancak Almanya’nın bu yöndeki çalışmaları ve bilimsel çerçevede elde ettiği birikim, savaş sonrasında ABD ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin bu yöndeki bilimsel çalışmalarına oldukça önemli katkılar sağlamıştır. 1945 yılında ABD’nin Nükleer Silah üretiminden sonra SSCBde 1949 yılında ilk nükleer denemesini başarıyla gerçekleştirmiştir. Böylece ABD’nin nükleer silahlar alanındaki dört yıllık hegemonyası sona ermiş; Nükleer Silahların gölgesinde geçecek olan ve bu silahlar temelinde şekillendirilen politikaların yön vereceği Soğuk Savaş Dönemi’nin, önemli yarışlarından biri ortaya çıkmıştır. Bu dönemde ABD, “Little Boy” olarak isimlendirilen ilk nükleer silahından yaklaşık olarak 700 kat güçlü bir Hidrojen Bombasını 1952 yılında üretmeyi başarmıştır. Fiili durum münasebetiyle, günümüzde bu tür silahların herhangi bir türüne yahut bütün türlerine birden sahip olarak Nükleer Silah sahibi olan devletler kategorisinde bulunan devletler; ABD, Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya Federasyonu, Birleşik Krallık, Fransa, Hindistan, Pakistan, İsrail olmak üzere sınırlı sayıdadır.
Nükleer Silahlara sahip olan devletlerin günümüzde sınırlı sayıda olmasında; ABD ve özellikle SSCB’nin nükleer silah üretme konusunda başarılı olmalarının akabinde ve bu devletlere nükleer silah üretme konusunda yeni devletlerin eklenmeye başlamasıyla birlikte ortaya çıkan; Nükleer silahların tüm dünyaya yayılması sonucu dünyanın nasıl bir hal alacağı tartışmalarının ve bu tartışmalar akabinde Uluslararası Hukuk alanında alınan kararların ve ika edilen sözleşmelerin önemli bir yeri vardır. SSCB henüz nükleer silah üretimi gerçekleştiremediği zamanlarda, Birleşmiş Milletler’in kurulmasının hemen sonrasında, 1946 yılında BM Genel Kurulu’nun aldığı bir kararla, atom enerjisinin keşfedilmesiyle birlikte bu enerjinin ortaya çıkaracağı sorunlarla alakadar olacak olan “BM Atom Enerjisi Kurumu (UNAEC)” kurulmuştur. Ve hatta BM Genel Kurulu’nun söz konusu kurumu oluşturan kararı, Genel Kurulun “1 Sayılı” ilk kararıdır. Ancak; ABD’nin nükleer silahlara sahip olmasına rağmen henüz SSCB’nin nükleer silah üretememiş olması ve bu yönde çalışmalarının devam ediyor olması temel nedenler olmak üzere, ortaya çıkan güven problemi ve bir dizi anlaşmazlık sebebiyle 1949 yılında UNAEC’in faaliyetleri süresiz olarak ertelenmiştir. Bu konuda bir ilk adım niteliğinde olan söz konusu kurumun başarılı olduğu söylenemese de bu kurum, hiç şüphesiz ki devletlere; bu konuda yapılacak düzenlemeler ve bu düzenlemelerde gösterilmesi gereken tutum doğrultularında önemli bir tecrübe katmıştır. Binaenaleyh, 1955 yılında BM çatısı altında Cenevre’deki Atom Enerjisinin Barışçıl Kullanımı Konferansı ile başlayan süreçte ortaya konulan Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) Statüsü, 81 devletin oybirliği ile kabul edilmiştir. Söz konusu Statü, geçmişte UNAEC içerisinde yaşanan sıkıntılar dolayısıyla en azından nükleer enerjinin müspet manada kullanılması yönünde ve bu faaliyetleri gözetim altına almak amacıyla meydana oluşturulmuştur. Bu Ajans’ın, barışçıl amaçlı nükleer faaliyetleri denetleme görevi mevcut olsa da; Uluslararası politik alanda devletlerin ve özellikle nükleer silah sahibi güçlerin, Nükleer silahların yayılmasının önlenmesine yönelik bir Uluslararası Antlaşma meydana getirmeye yönelik istekleri 1960’lı yıllarda hız kazanmıştır. Bu istekler doğrultusunda, Nükleer Silahların yayılımının önlenmesi maksadıyla 1968 yılında Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması (NPT) imzaya açılmıştır.
Dünyada Nükleer Silahlara ilk sahip olan devletler, yukarıda ifade edildiği üzere sırasıyla ABD ve SSCB’dir. Bu devletler tarihsel süreç içerisinde, nükleer silah sahibi olan diğer devletlerin bu silahları üretebilmeleri için, kendi politikaları doğrultusunda söz konusu devletlere desteklerini sunmuşlar yahut nükleer silah üretmek isteyen yeni devletlerin bu isteklerine karşı çıkmışlardır. Örnek verecek olursak ABD; müttefikleri olan Birleşik Krallık ve Fransa’nın nükleer silah üretme faaliyetlerine destek vermiştir. SSCB ise kendi müttefiki olan Çin Halk Cumhuriyeti’nin nükleer silah üretme çabalarını desteklemiş ve bu konuda başarılı olmuştur. Daha yakın zamanlarda ise ABD’nin Hindistan’ın nükleer silah üretme projesini, bölgede kendi izlediği politika doğrultusunda desteklerken; Çin Devleti’nin de Kuzey Kore ve İran Devletleri’nin nükleer silah üretme projelerini desteklediği bilinmektedir.
Esasen söz konusu bu durum göstermektedir ki; Nükleer Silah sahibi olan devletlere yenileri ekleneceği zaman eklenecek bu devletler, uluslararası politik alanda güçlü olan ve bu alanı dizayn eden güçler arasında yer alan bir veya birkaç devletin kendi politikaları doğrultusunda belirlenmektedir. Bu doğrultuda Nükleer Silahların yayılmasının azaltılması yahut engellenmesi girişimlerinin, Nükleer Silahların ortaya çıkardığı büyük yıkıcı etki ve sonuçlardan ziyade; uluslararası politik alana yön veren güçteki devletlerin izlediği ve izleyeceği politikalar ve stratejiler çerçevesinde geliştiği ifade edilebilir bir gerçekliktir.

NÜKLEER ENERJİNİN BARIŞÇIL AMAÇLARLA KULLANIMI

İnsanoğlunun günümüzde sahip olduğu teknolojik gelişmişlik düzeyi, devletlere enerji kaynaklarına sahip olma ve bu kaynaklardan enerji üretebilme zorunluluğu doğurmaktadır. İnsanoğlu enerjiye hayatının her döneminde gereksinim duymuştur. Ancak bu gereksinim; ilkel olarak adlandırdığımız, günümüzden binlerce yıl öncesinde olduğundan daha farklı bir konumdadır. Devletler, sahip olduğu birçok güç bakımından (askeri, ekonomik, teknolojik, istihbari vs.) enerjiye bağımlı hale gelmiştir ve bu bağımlılık git gide artmaktadır. Hal böyleyken, dünya üzerindeki enerji kaynaklarına yönelik olarak devletlerin yaklaşımları çoğu zaman bu bölgelerin kontrolünü sağlama düşüncesi ve faaliyetleri çerçevesinde gelişmektedir. Bunun yanı sıra Devletler; yenilenebilir, ucuz, dış bağımlılık bakımından yüksek bağımlılık gerektirmeyen enerji arayışı içerisindedirler. Tüm bu koşullar göz önünde bulundurulduğunda enerji ve özellikle elektrik enerjisi özelinde Nükleer Enerji, birçok devletin sahip olmak istediği bir enerji türü olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu zamana kadar nükleer enerji santrallerinde gerçekleşen 1979 tarihli Three Mile Island, 1986 tarihli Çernobil, 2011 tarihli Fukuşima kazaları; bu kazalar ortaya çok büyük sorunlar çıkarmış olsa da devletlerin nükleer enerji santralleri yoluyla enerji üretme faaliyetlerinden vazgeçmelerine neden olmamıştır.
Nükleer santral kazalarından farklı olarak, nükleer enerjinin bir silah olarak kullanılması durumunda ortaya çıkan önlenemez sonuçlar göz önüne alındığında; bu tür enerjinin kötüye kullanımı insanlık için unutulmaz sonuçlar ortaya çıkarma niteliğini de haizdir. Dolayısıyla nükleer enerjinin keşfinden sonra devletler, bu konuda nükleer enerjinin barışçıl amaçlarla kullanılması için bir dizi anlaşmalar ortaya koymuş ve bu enerji türünün nükleer silahlara hayat vermesinin yayılmasını da engellemek için faaliyetlerde bulunmuşlardır. Bu faaliyetlerin bir sonucu olarak 1955 yılında Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı, nükleer enerjinin barışçıl faaliyetler doğrultusunda kullanımını denetlemek için meydana getirilmiş ve bu yönde yetkilerle donatılmıştır. Bu ajansın yanı sıra 1968 yılında imzaya açılan Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi (NPT) Antlaşması ile her isteyen devletin nükleer silah üretebilecek tesise sahip olması ve bu minvalde nükleer silah üretimi yapması engellenmeye çalışılmıştır.
Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme (NPT) Antlaşması Çerçevesinde Nükleer Silahlara Bir Bakış:

Nükleer enerjinin nükleer silah üretmek için kullanılabiliyor olması, bu tür silahlara gerekli teknik donanım ve şartları sağlayan her devletin ulaşabilmesine imkân sağlayacak bir durumu ortaya çıkarması, uluslararası alanda devletleri bu durum karşısında önlem almaya sevketmiştir. Bu doğrultuda 1955 yılında nükleer enerjinin barışçıl amaçlarla kullanılmasını teşvik etmek ve denetlemek amacıyla kurulan UAEA kendisine yüklenen görevi yerine getirirken, 1968 yılında da nükleer silahlara sahip olan devlet sayısını kontrol altında tutabilmek için Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması imzalanmıştır. Söz konusu antlaşma, 1970 yılında yürürlük kazanmış ve 1995 yılında da süresiz olarak uzatılmıştır. Söz konusu antlaşmanın 9. Maddesinin 3. Fıkrası uyarınca; 1 Ocak 1967 tarihinden önce nükleer denemeler yapmış ve nükleer silaha sahip olmuş ülkeler uluslararası hukuk nezdinde yasal olarak Nükleer silahlara sahip olan ülkeler şeklinde tanımlanmıştır. Bu ülkelerin dışındaki devletler ise, nükleer silaha sahip olmayan devletler statüsünde kalmışlardır. NPT çerçevesinde sözleşmeyi imza eden nükleer silaha sahip olmayan devletler, nükleer silah üretmek amacıyla bir faaliyete girmeyeceklerini taahhüt etmişlerdir. Bu doğrultuda nükleer silaha yasal olarak sahip olan devletlerin de söz konusu diğer devletlere nükleer silah üretimine yarayacak teknoloji, bilgi vs. vermeyeceği, sözleşmeyi imza edenler tarafından taahhüt edilmiştir. NPT’ye göre sözleşmeyi imzalamayan ve yasal olarak nükleer silah sahibi statüsünde sayılan devletler arasında bulunmayan devletlerden nükleer silah üretme faaliyeti içerisinde olanlar; bu faaliyetlerine son verdikleri ve ellerinde bulundurdukları nükleer silahları imha ettikleri takdirde sözleşmenin tarafı haline gelebileceklerdir. Aynı zamanda sözleşmeye taraf olan ve nükleer silaha sahip olmayan devletler statüsünde bulunan devletlerin, barışçıl amaçlı nükleer faaliyetlerinde her tür engelin ortadan kaldırılacağı ve bu faaliyetlerin destekleneceği, sözleşme tarafından yükümlülük olarak belirtilmiştir. Bu durum da nükleer silaha sahip olmayan devletlerin yasal olarak ve diğer devletlerle işbirliği içerisinde barışçıl faaliyetlerinde nükleer enerji üretimini kolaylaştırır bir düzenlemeye vücut vermektedir. Bu münasebetle söz konusu sözleşme; nükleer silaha sahip olmayan devletlerin nükleer silahlara sahip olmama ve barışçıl amaçlı nükleer programlarına nükleer güvenlik denetimi yaptırmayı kabul etmeleri karşılığında, barışçıl nükleer teknolojilere erişim imkânının taahhüt edildiği büyük bir “pazarlık” olarak karşımıza çıkmaktadır. NPT’de dikkat çekici bir diğer husus ise, nükleer silah sahibi olan ülkelerin, nükleer silahsızlanmayı sürdürmekle birlikte genel ve tamamen nükleer silahsızlanmayı sağlayacak bir sözleşme üzerine anlaşma sağlanacağını taahhüt etmiş olmalarıdır. Bunun yanında sözleşmeye taraf devlete, ulusal çıkarlarını korumak için sözleşmeyi imzaladığı tarihten doksan gün sonrasından başlamak üzere sözleşmeden ayrılma hakkı tanınmıştır. Bugüne kadar sözleşmeden resmen ayrılan tek devlet Kuzey Kore’dir.
NPT içerisindeki bazı maddelerin de sözleşmeye taraf devletler arasında ihtilafa yol açtığı görülmektedir. Örneğin anlaşmada; nükleer güvenlik denetimi yaptırmak şartıyla barışçıl amaçlı nükleer faaliyette bulunmanın ve bu faaliyet doğrultusunda tesisler kurmanın sözleşmeye taraf devletlerin “devredilmez hakkı” olduğu belirtilirken, çift kullanımlı zenginleştirme ve yeniden işleme teknolojilerinin kullanımının yasaklandığından açıkça bahsedilmemiştir. Anlaşmadaki bu açıklık, Brezilya, İran, Japonya tarafından zenginleştirme ve yeniden işleme tesislerine sahip olunabileceği şeklinde yorumlanmıştır. Söz konusu bu devletler bu çerçevede, güvenlik denetimlerine bağlılık yönünden de farklılık arz etmektedir. Bu devletler içerisinde İran güvenlik denetimi taahhüdünü ihlal ederken, Brezilya katı nükleer denetim sisteminin uygulanmasına karşı çıkmıştır.
Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Sözleşmesi, yukarıda ifade edildiği gibi nükleer silah sahibi olan devletler ve bu silahlara sahip olmayan devletler arasında belli yükümlülükleri karşılıklı olarak üstlenerek akdedilmiştir. Sözleşme bugüne kadar nispeten müspet sonuçlar ortaya koymuş olsa da hukuksal olarak fesih hakkı tanıyan bir sözleşme olmasından ötürü ilerleyen süreçte sözleşmeden ayrılan devletlerin olup olmayacağı şüpheli bir haldedir. Dolayısıyla diğer birçok uluslararası sözleşme gibi bu sözleşme de devletler tarafından, uluslararası politik alanın yapısına bağlı olarak sürdürülmektedir. Uluslararası politik alanda meydana gelecek önemli değişimler, sözleşmeye taraf devletlerin kararlarının günümüzdekinin aksi yönünde olmasında neden olabilecektir. Kaldı ki söz konusu sözleşme, devletlerin ulusal çıkarlarının gerektirmesi durumunda sözleşmeden ayrılabilecekleri hükmünü ihtiva etmektedir. Kuzey Kore’nin de sözleşmeden ayrılırken güvenlik endişesi taşıdığı yönündeki beyanları, bu duruma bir örnek teşkil etmektedir. Gelecekte uluslararası politik alanın alacağı hal bakımından hangi durumların devletler için ulusal çıkarlarıyla çatışacağı konusu, NPT’nin ileride yürürlükte kalıp kalmayacağı sorunsalı bağlamında önemli bir mesele olarak ortaya çıkmaktadır.