Türk Eğitimi’nin Kısa Bir Hülasası-3

(Cumhuriyet Dönemi)

“İnsan eğitimle doğmaz; ama eğitimle yaşar.”

-Cervantes

 

Türk eğitim tarihine ufak bir pencere açmak,kısa bir hülasasını sunmak için yazdığımız bu dizinin son 100 yılımızın ufak bir panaroması ile sonlandırıyoruz. Umarız ki Türk devlet ve millet yapısının tarih boyunca eğitime verdiği önemi ve saygıyı bir nebze olsun sunabilmişizdir.

Orta Asya’nın steplerinden Avrupa’nın içlerine kadar uzanan tarih yolculuğumuzun her safhasında sosyal ve fenni ilimlere her daim önem vererek ilerlemiş olan, çağın ihtiyaçlarını iyi analiz ederek buna yönelik çözümler üreten Türk devletleri Osmanlı İmparatorluğu’nun özellikle son yüzyılında yaşadığı sıkıntılara çözüm bulamamış ve yıkımın eşiğine gelmiştir.

Peş peşe gelen savaşlar ve akabinde yaşanan dağılma, Türk Devleti’nin bir zümrüdü anka misali küllerinden doğuşuna zemin hazırlamış, Milli Mücadele akabinde Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Bu genç cumhuriyetin yaşamın her alanına getirdiği yeniliklerin şüphesiz en önemlisi eğitim alanında gerçekleşmiştir. “En büyük savaşımız cehaletledir. Cehalet yok edilmedikçe başarısız sayılacağız.” Diyen Gazi Paşa, eğitime verdiği önemi her daim göstermiştir. 1876 tarihli Kanun-i Esasi’de eğitim hakkı ve zorunluluğu anayasal olarak tanınırken bunun nizam ve intizamı özelikle 1924 yılında kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile olmuştur. Mezkur kanun eğitimin devlet eliyle sevk ve idaresini mümkün kılan bir yapıda olmakla kalmayıp öğretmen ve öğrencinin hak ve sorumluluklarına da çağın gereksinimlerince karşılık vermektedir.

Pek tabi cumhuriyet dönemi maarif davamız bununla sınırlı kalmamıştır. Atatürk’ün emri ile yurtdışında hatrı sayılır birçok üniversiteye devlet bursuyla öğrenci gönderilmiştir. Gazi Paşa, bu gençlere ithafen “Sizi birer kıvılcım olarak gönderiyorum; alevler olarak geri dönmelisiniz.” diyerek onlara duyduğu inancı hissettiriyordu.  Burada asıl dikkate şayan konu ise arkeoloji, sosyoloji gibi o dönem henüz ülkemizde tanınmayan bölümlere dahi öğrenciler yollanmış olmasıdır. Atatürk, bu seçimleri yaparken kurguladığı bir sistem üzre hareket etmiştir. Halkın milli bilincini yükseltmek inancıyla kurulan Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu da bu sitemin en önemli vesikalarıdır.

Sadece eğitime değil, eğitimciye de önem veren Atatürk, yaptığı okul ziyaretlerinde öğretmenlere gösterdiği saygı ve hürmet ile milletin kalbindeki öğretmen sevgisinin ve saygısının da devlet ricalinde bir temsilini göstermiştir. Bu bile başlı başına Gazi Paşa’nın ne denli büyük bir lider olduğunun ispatı niteliğindedir.

İlerleyen dönemde açılan Köy Enstitüleri ile halkın “aydın” ihtiyacı karşılanmak isterken bir yandan da eğitim ulusal düzeyde geliştirilmek istenmiştir. Çok kıymetli öğretmenlerimizin yetiştiği bu kurumlar kısır siyasi tartışmaların ve güç savaşlarının kurbanı olup kapatılmıştır.

Bugün geldiğimiz noktaya baktığımızda Milli Eğitimimiz pek tabi aksaklıklar bulundurmak suretiyle de olsa ciddi bir seviyededir. Yaşanan belli başlı sorunlara getirilecek akılcı ve kalıcı çözümlerin arayışlarının da canlı şahidi olmaktayız. Bu hususta İlk Türk devletlerinden bugüne eğitim anlayışımız ve şiarımız için canla başla çabalayan ecdadımızın aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyor, nefesimiz ve gücümüz yettiğince eğitim ordusunun yılmaz birer neferi olacağımızın sözünü veriyoruz.