Türk Eğitimi’nin Kısa Bir Hülasası-2

(İslami Dönemde Gelişen Eğitim)

 

“Eğitimden yoksun olan insanlar ölünceye kadar şahsiyetsiz kalmaya mahkumdurlar.”

-Ziya Gökalp

 

Bir önceki yazımızda da değindiğimiz gibi Türk kültürünün oluşması ve çağlar boyunca nesilden nesile aktarılmasında şüphesiz ki en önemli etken verilen eğitimdir. Eski dönem Türkler’i -ekseriyet ile Orta Asya Türk toplulukları-  bu eğitimi daha çok göçebe yaşam şartlarına uyum ekseninde verse de ciddi bir toplumsal yaşam kuralları ve değerler eğitimini de ihmal etmemiştir.

Ancak şahsiyetimizin en görkemli yanı şüphesiz ki İslamiyet ile tanışmamız ile oluşmuştur. Türkler İslamiyet ile müşerref olmaya başladıktan sonra şüphesiz ki kültürel hayatta ciddi değişimler yaşamışlardır. Bu değişimlerin en keskin dönüm noktalarının da Anadolu’nun yurt edinmesi süreci oluşturmuştur. İslamiyet’in yayılmasında ve halkta karşılık bulmasında yadsınamaz payı olan dervişler topladıkları müritleri ile bu alanda eğitim kuruluşu hüviyeti göstermişlerdir.

  1. yüzyılın başlarından itibaren Anadolu’nun çeşitli yerlerinde dergahlar kuran bu mürşidler Kur’an ve sünnetin ışığında müritlerine ve ahaliye ahlaki kurallar, dini emirler, sosyal hayata dair görev ve sorumlulukları öğretmeye başlamış ve bulundukları çevreye bir ‘şahsiyet’ kazandırmışlardır.

İlk dönemlerde dergahlar şeklinde kümelenen bu eğitsel faaliyetlerin asıl yükselişi Ahilik teşkilatının yayılması ile olmuştur. Ahiliğin hem dini-ahlaki boyutu hem sosyo-ekonomik alandaki faaliyetlerine bakıldığında nizamlı bir eğitim kurumu diyebiliriz. Ayrıca toplumsal  huzurun temin ve tesisi için de kritik bir önem arz eden bu teşkilat Anadolu’nun Türkleşmesi noktasında eğitimi en büyük silah olarak kullanmıştır.

İlerleyen dönemde beylikten devlete,ardından imparatorluğa yürüyen Osmanlı, düzenli bir eğitim sistemi ihtiyacını görmüş, ilk dönemde yukarıda bahsettiğimiz eğitim modeline uygun bir yapı izlerken zamanla bunu daha da intizamlı ve resmi bir hale getirmiştir.

Osmanlı Devleti, işleyişte liyakate son derece önem vermiş, kendisini imparatorluk yapan süreçte bunun meyvelerini askeri, siyasi ve ekonomik anlamda fazlasıyla toplamıştır. İşte bu liyakate dayalı sistemde de yine temelden gelen eğitim faaliyetlerinin rolü yadsınamaz. Çocuklar dada çok küçük yaşlardan itibaren yetenekleri ile değerlendirilip buna göre aldıkları eğitimler ile  alanında uzman insanlar olarak medreselerden çıkıyorlar ve ilimlerini bir yaşam tarzına dönüştürüyorlardı.

Bu şüphesiz bir kitabın içeriğini oluşturabilecek genişlikte bir konudur. Lakin genel hatlarıyla bilinmelidir ki Osmanlı Devleti, asırlar boyu hem teknik ve mesleki hem de müspet ve dini eğitimde liyakat, intizam ve öğretim ilke ve yöntemleri ile ciddi bir verim almıştır. Bunun karşılığını ise 3 kıtada hala görebilmekteyiz.

Anadolu’ya önce şahsiyetini sonra ihtişamını katan, Diyar-ı Rum, Türk-İslam atlasıının mücerret bir sayfası yapan bu gönül erlerine, hocalarımıza, alimlerimize rahmet olsun..