Türk Cihân Hâkimiyeti Yolunda Kutlu Fetih: İstanbul’un Fethi

 

 

İstanbul’un fethi sadece Türk tarihi açısından değil dünya tarihi açısından da çok önemli bir dönüm noktasıdır. İstanbul, tarih boyunca pek çok devletin hedefi oldu. Romalıların kutsal gördükleri İstanbul, Müslümanlar ve Türkler açısından da manevî bir önemi haizdir. Hz. Peygamber’in bu husustaki hadîsleri İstanbul’un bizler açısından manevî kıymetine bir örnektir. Bunun dışında siyasî ve coğrafî konumundan dolayı da gözde bir mekândır. Bu kutlu mekânı fetheden, buraya hayat veren ve bizlere de emanet bırakan Fatih Sultan Mehmed’dir.

Fethin öncesine bakıldığında Sultan Mehmed’in çok rahatlıkla bu fethi gerçekleştirdiğini söyleyemeyiz. Çünkü hem içeride hem de dışarıda pek çok sorunla uğraşmaktaydı. Devlet adamları, ulema ve bazı uç beylerinin fetih konusunda olumsuz görüşleri mevcuttu. Şehrin lanetli olduğu ve fethedilmesinin başımıza felaketler açacağı düşüncesinde olan bazı ulema, şayet şehir fethedilirse baştan sona yıkılmalı ve imar edilmemeli diyordu. Ancak sadece Ayasofya’ya dokunulmamasını telkin etmişlerdi. Sultan Mehmed, hele bir feth olunsun nihâyet biz yıkarız, diyerek olumsuz düşünceleri zihinlerden çıkarmaya çalışıyordu. Bu olumsuz düşüncelere rağmen Sultan Mehmed kararlıydı ve kuşatmayı başlatacaktı.

Genç Sultan’ın İstanbul kuşatmasına girişeceğini anlayan Bizans, Avrupa’dan askerî yardım talep etti. Papalık bu talebi, Katolik ve Ortodoks Kiliselerini birleştirme şartıyla kabul etti. İmparatorun, Katolik ve Ortodoks Kiliselerini birleştirmeyi kabul etmesi üzerine Rum halkı tepki gösterdi. Meydanlarda, İstanbul’da Latin şapkası yerine Türk sarığı görmeyi tercih ederiz, sözleri duyulmaya başlanmıştı. Bizans, fethin öncesinde içeride sıkıntılı duruma düşmüştü.

Sultan Mehmed, kuşatmadan önce çok büyük hazırlıklar yapmıştı. İstanbul çevresini incelemiş, planlar yapmış, Rumeli Hisarını inşa ettirmiş, çizimlerini kendisinin yaptığı topları döktürmüştü. Hem karadan hem de denizden kuşatmayı gerçekleştirecekti.

Hazırlıklar tamamlandı ve kuşatma başladı. Kuşatma sırasında dahi Sultan Mehmed’i fikrinden vazgeçirmeye çalışanlar oldu. Yaşanan bazı olumsuz hadiseler, zaman zaman ümitsizlik havasını hâkim kılsa da Sultan Mehmed’in azim ve inancının yanında, onu teşvik edenler de bu olumsuz havayı dağıtıyordu. Sonuçta kuşatma başarılı oldu ve İstanbul fethedildi. Bizans İmparatorluğu tarihe karışırken, Türk cihân hâkimiyetinin yeni ve parlak bir devri başlıyordu. Batı dünyasında ise korku ve tehdit algısı hâkimdi. Hükümdarlar ümitsizce Haçlılara çağrı yapmaktaydılar. Fakat bu çabalar beyhudeydi. Artık Osmanlıların üç kıtaya yayılıp, imparatorluğun temellerini atacakları ve yeni misyonlar üstlenecekleri bir çağa giriliyordu.

İstanbul fethedilmeden önce, şehir harap bir haldeydi. Fatih, harap olmuş bir şehri yeni baştan imar ve ihya etti. Şehri aldıktan sonra Bizans eserlerini de muhafaza etti ve Gayr-i Müslîm halka zulmetmedi, onları hukuken güvence altına aldı. Bu yönleriyle de Fatih, tarihteki yıkıcı ve zalim cihangirlerden olmadığını göstermiştir.

Fatih’in zihin dünyasında, merkeziyetçi-mutlak padişahlık hayali vardı. Bu yolda da İstanbul’un fethedilmesi önemliydi. Ancak bu fetih, Fatih için nihaî hedef değildi. Çünkü onun Kızılelma’sı bir dünya düzeni ve cihân imparatorluğu kurmaktı. Bu imparatorluğun merkezini de İstanbul yapmak istiyordu. Daha sonraki seferlerini de bu hedefi doğrultusunda gerçekleştirdi. Artık Osmanlı Devleti’nin, teşkilât ve kanun sistemi oturmuş, siyasî, bürokratik, iktisadî ve askerî yapısı ile dönemin güçlü bir imparatorluğu haline gelmişti. Ve yıllarca, temelini Fatih’in attığı bu sistem üzerinden hareket edilecekti.

Batı dünyası, İstanbul’un ellerinden düşmesini farklı senaryolarla açıklamaya çalışıyordu. Her şeye rağmen İstanbul’un tekrar Hıristiyanların eline geçeceği inancını koruyorlardı. Türkler ise İstanbul’u imar ve ihya ederek, Türk-İslâm izlerini nakış nakış işlemişti. Tarihçi Mehmed Neşri, İstanbul’u, Fatih yaptı, demiştir. Fatih’in yaptığı bu şehir, 567 senedir Türk-İslâm şehridir ve artık kimsenin bu şehir üzerinde hak iddia etme olanağı kalmamıştır. Her ne kadar bu hakikat ortada olsa da Batı’nın gözünde durum farklıdır. Bu konuda tarihçi Halil İnalcık’ın şahit olduğu iki olaydan örnek verelim: Fethin 500. Yılı münasebetiyle Londra’da yapılan etkinlikte Batılı bir konuşmacı kürsüye çıkınca, ben burada baş yasçı olarak konuşuyorum, diyerek sözlerine başlamış. 500 sene geçmesine rağmen İstanbul’un fethine yas olarak bakıp, kendini baş yasçı ilan etmesi sadece bu Batılı ilim adamının değil pek çok Batılının düşüncesiydi. İnalcık’ın şahit olduğu diğer bir anı, Bizantologlar (Bizans üzerine çalışan bilim adamları) toplantısında olmuştur. Kurul başkanının, İstanbul mutlaka tekrar Bizans’ın merkezi olacak, dediği zaman salonda, İnalcık hariç, herkes ayağa kalkıp çılgınca alkışlamış. Batılı bilim adamları üzerinden verilen bu iki örnek dahi fethin üzerinden asırlar geçse de Batı’nın bu fethin sonuçlarını hâlâ hazmedemediğini bize gösteriyor.

Batı’nın, İstanbul’a dair arzuları hâlâ canlı iken, Türklerin de Kızılelma ülküsünden vazgeçmemiş olması gerekir. Fatih’in, Kızılelma ülküsüne olan inancı ve bu uğurda yaptıkları bizlere örnek teşkil etmeli. Tabiî ki o dönem ile bu dönem farklıdır. Ancak dönemler değişse de değişmeyen bir ruh vardır. Batı’nın 500 yıl geçse de hedefinden vazgeçmemiş olması, kendi inanç ve ruh dünyasını ortaya koyuyor. Buna mukabil Türkler de onların bu hedeflerine karşı 500 yıl önceki ruhunu muhafaza ederse, Batılılar daha nice yıllar beklemek zorunda kalacaktır. Namık Kemal’in, Fıtrat değişir sanma! Bu kan yine o kandır, sözlerinde olduğu gibi değişmeyen fıtrat ve ruh günümüzde de devam etmelidir.

Tarihimizle övündüğümüz kadar tarihten geleceğe de yol çizmemiz lazım. 2023-2053-2071 gibi tarihi devamlılığımızı yansıtan dönemler için Türk Devleti ve milleti kendine şuurlu hedefler belirleyerek, bu topraklardaki mevcudiyetimizi ve gelecekteki varlığımızı esaslı bir şekilde dünyaya göstermelidir. O zamana kadar şartlar ne olur bilinmez ancak herkesin payına bir vazife düşer elbette. Mesela Fatih’ten tevârüs eden ruhla Mimar Sinan, fetihten bir asır sonra Süleymaniye Camii’ni inşa etmiş, bundan dört asır sonra Yahya Kemal, Süleymaniye’nin sadece geometrik bir yapıdan ibaret olmayıp, derin ve tarihî bir anlam dünyasından hareketle, Süleymaniye’de Bir Bayram Sabahı şiirini yazmış ve günümüz insanı için Süleymaniye’yi, mazi ve gelecek çizgisinde anlamlandırmıştır. Bu ruhun asırlarca devam etmesi için bizlerin vazifesi de tarihi doğru okuyup, bugünü anlayarak, yarını anlamlandırmaktır. Bugün İstanbul’u, tarihî mânâsına uygun bir şekilde yaşayarak, muhafaza etmek ve gelecek nesillere bu tarihî bilinç doğrultusunda emanet zorundayız. Bu bilinçle İstanbul’a sahip çıkamazsak beş asır bekleyenler, beş saat dahi beklemeden harekete geçerler.