Orhun Abidelerinden Türk Milletine Sesleniş

Orhun Abideleri, Türk milletinin kadim tarihinin asırlar boyunca aktarılmasını sağlayan bengü taşlardır. Taşa kazınan bu tarihî eserler 8. yüzyılın ikinci yarısından itibaren dikilmeye başlanmıştır. Taşlar, kaplumbağa kaide üzerine oturtulmuştur. Kaplumbağa, uzun ömür ve kalıcılığı temsil etmektedir. Nitekim yaklaşık 1300 sene öncesinden bugüne kadar gelerek de bizlere ulaşmıştır. Orhun Abideleri, Türkçe’nin ve Türk tarihinin ilk yazılı eseri olma özelliğini taşımaktadır. Türk isminin geçtiği ilk yazılı belgelerdir. Tarihi kayıtlar açısından çok daha eski devirlere dair bilgileri içeren Çin kaynakları mevcutken, şimdilik bilinen en eski Türkçe tarih kaynağımız Orhun Abideleridir. Yine dilimiz açısından da bilinen en eski metindir. Dil konusunda şunu da belirtmek gerekir ki abideler, dönemine göre çok gelişmiş bir dil yapısına sahiptir. Abidelerde kullanılan ifadeler bunu bize göstermektedir. Bu durum, Orhun Abidelerinden daha önce de böyle metinlerin var olabileceği konusunu, yani Türk dilinin daha da eski devirlere kadar uzanabileceğini düşündürüyor. Abideleri sadece tarih ve dil bakımından değil çeşitli konular içinde değerlendirmemiz mümkündür. Türklerde devlet felsefesi, inanma modeli, hükümdarın ve halkın görevleri, düşmanların yöntemleri, savaş taktikleri, tek bayrak altında yaşama ülküsü vb. konularda bilgiler ve uyarılar yer almaktadır.


Türkolog Muharrem Ergin, Orhun Abidelerini tercüme eden isimlerden biridir. Ergin, eserinin ön sözünde Orhun Abidelerini şu ifadelerle vasıflandırmıştır: “Türk adının, Türk milletinin isminin geçtiği ilk Türkçe metin. İlk Türk tarihi. Taşlar üzerine yazılmış tarih. Türk devlet adamlarının millete hesap vermesi, milletle hesaplaşması. Devlet ve milletin karşılıklı vazifeleri. Türk nizamının, Türk töresinin, Türk medeniyetinin, yüksek Türk kültürünün büyük vesikası. Türk askeri dehasının, Türk askerlik sanatının esasları. Türk gururun ilâhi yüksekliği. Türk feragat ve faziletinin büyük örneği. Türk içtimai hayatının ulvi tablosu. Türk edebiyatının ilk şaheseri. Türk hitabet sanatının erişilmez şaheseri. Hükümdarâne eda ve ihtişamlı hitap tarzı. Yalın ve keskin üslûbun şaşırtıcı numunesi. Türk milliyetçiliğinin temel kitabı. Bir kavmi bir millet yapabilecek eser. Asırlar içinden millî istikameti aydınlatan ışık. Türk dilinin mübarek kaynağı. Türk yazı dilinin ilk, fakat harikulade işlek örneği. Türk yazı dilinin başlangıcını milâdın ilk asırlarına çıkartan delil. Türk ordusunun kuruluşunu en az 1250 sene öteye götüren vesika. Türklüğün en büyük iftihar vesilesi olan eser. İnsanlık âleminin sosyal muhteva bakımından en manalı mezar taşları. Dünyanın bugün belki de en büyük meselesi olan Çin hakkında 1250 sene evvelki Türk ikazı…” Erol Güngör ise Orhun Abideleri için, “Türk’ün bütün tarihi kaybolsa, sadece Orhun Abidelerine bakarak bu milletin yüksek medeniyetini, devlet kurucu dehâsını, ahlâk ve faziletini, askerî kahramanlığını, devlet ve kanun anlayışını öğrenmek mümkündür.” Demiştir.


Siyasetname-nasihatname geleneğinin Türkçe’deki ilk örneği olarak da Orhun Abidelerini söyleyebiliriz. Orhun Abidelerinin bir diğer önemli özelliği de devlet ve millet şuurunu yansıtmasıdır. Göktürklere, kendilerinden önce tevarüs etmiş bazı hasletler mevcuttur. Mesela milliyetçilik. Milliyetçilik fikrinin genel olarak Fransız İhtilali ile 19. yüzyılda yaygınlaştığı söylenir. Ancak Türkler için durum farklıdır. Türklerde milliyetçilik fikrini Göktürklerden de önceye Hunlara kadar götürmemiz mümkündür. Hun İmparatorlarından Çiçi Yabgu’nun M.Ö. I. asırda îrâd ettiği nutukta, atalardan miras olarak yalnızca ülke ve devletin kalmadığını, hürriyet ve istiklâlin de bu miras içinde olduğunu söylemiştir. Bu nutkun geçtiği Çin kaynaklarını inceleyen Alman Sinolog Hirth: “Tarihte milliyetçiliği devlet siyasetinde temel yapan ilk devlet adamı Çiçi’dir.” Demektedir. Orhun Abidelerinde de milliyetçilik fikrini görmemizin temelinde, Hunlara kadar giden bir serüven vardır. Türk milleti tarih boyunca esareti kabul etmemiş, bağımsızlık ve istiklâl uğruna her şeyini feda etmeyi göze almıştır. Bu noktadan bakıldığında da Türklerde milliyetçilik fikrinin oluşmasında belirli bir tarih veya olay vermek yerine Türk milliyetçiliğinin bir ruh olarak asırlardır aktarıldığını söylemek daha doğru olacaktır. Orhun Abidelerinde de buna dair örnekler mevcuttur. Özellikle hükümdarın kendini ifade ettiği sözlere bakılınca hem ideal bir devlet adamı hem de milliyetçilik duygusunun örneklerini görebiliriz:
“Türk milletinin adı sanı yok olmasın diye, babam kağanı, annem hatunu yükseltmiş olan Tanrı, il veren Tanrı, Türk milletinin adı sanı yok olmasın diye, kendimi o Tanrı, kağan olarak tahta oturttu. Varlıklı, zengin millet üzerine oturmadım. İşte aşsız, dışta çıplak; düşkün, perişan milletin üzerine oturdum. Küçük erkek kardeşim Kül Tigin ile konuştuk. Babamızın, amcamızın kazanmış olduğu milletin adı sanı yok olmasın diye, Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım. Küçük erkek kardeşim Kül Tigin ile, iki Şad ile beraber öle yite kazandım. Öyle kazanıp bütün milleti ateş, su kılmadım.” Kül Tigin Anıtının doğu yüzünde geçen bu ifadelerde de görüldüğü gibi milleti için gece gündüz demeden, Türk adı ve sanı yok olmasın diye çalışan bir hükümdar görmekteyiz. “Türk milletinin adı sanı yok olmasın” ifadesine, abidelerde birkaç yerde daha rastlamaktayız.

Abidelerde, Türk milletinin birlik içinde olması gerektiğine dair mesajlar da verilmektedir. Türk milletini, ateş ve su gibi zıtlaştırmadan tek bayrak altında toplama çabası da bize Türklerde Turan ülküsünün tarihini gösteriyor. Abidelerde “Tanrı lütfettiği için” ifadesine rastlamaktayız. Mesela Bilge Kağan babasının yaptıklarından bahsederken, “Tanrı lütfettiği için illiyi ilsizletmiş, kağanlıyı kağansızlatmış, düşmanı tâbi kılmış, dizliye diz çöktürmüş, başlıya baş eğdirmiş. Babam kağan öylece ili, töreyi kazanıp, uçup gitmiş.” İfadelerini kullanmıştır. İslamiyet öncesi Türklerdeki Tanrı inancı ve Kut anlayışının da abidelere yansıdığını görmekteyiz.
Milletine uyarılarda bulunan Bilge Kağan’ın sözleri sadece yaşadığı çağda geçerli olmayıp, hâlâ devam eden sorunlara karşı söylenmiş sözler gibi durmaktadır. Kardeş kavgalarını eleştirirken, devlet yönetiminde akılsız kişilerin olmasının kötü sonuçlara yol açacağını da anlatmıştır. Burada liyakat vurgusunu görmekteyiz. Düşmanlarına karşı uyanık olmayı söylerken, Çin üzerinden verdiği örnekte olduğu gibi, “Çin milletinin sözü tatlı, ipek kumaşı yumuşak imiş. Tatlı sözle, yumuşak ipek kumaşla aldatıp uzak milleti öylece yaklaştırırmış. Yaklaştırıp, konduktan sonra, kötü şeyleri o zaman düşünürmüş. İyi bilgili insanı, iyi cesur insanı yürütmezmiş. Bir insan yanılsa kabilesine, milletine, akrabasına kadar barındırmaz imiş. Tatlı sözüne, yumuşak ipek kumaşına aldanıp çok çok, Türk milleti, öldün; Türk milleti, öleceksin!” Burada Çin üzerinden anlatılan örnek aslında tüm düşmanlara karşı bir uyarı niteliğindedir. Türk milletinin, eğer düşmanın sözüne veya malına kanarsa öleceğini söyleyerek uyarmaktadır. Burada ölmek ifadesini, kültürel olarak yok olmak olarak da düşünebiliriz.


Bilgisiz kağanın tahta oturmasından dolayı yaşanan sıkıntılardan da bahsedilmektedir. “Beyleri, milleti ahenksiz olduğu için, Çin milleti hilekâr ve sahtekâr olduğu için, aldatıcı olduğu için, küçük kardeş ve büyük kardeşi birbirine düşürdüğü için, bey ve milleti karşılıklı çekiştirdiği için, Türk milleti il yaptığı ilini elden çıkarmış, kağan yaptığı kağanını kaybedivermiş. Çin milletine, beylik erkek evladı kul oldu, hanımlık kız evladı cariye oldu. Türk beyleri Türk adını bıraktı.” Türk milletinin Çin’e aldandığı zaman başına neler geldiğini anlatırken, Türklerin düşüncelerini de yansıtmaktadır: “Türk halk kitlesi şöyle demiş: İlli millet idim, ilim şimdi hani, kime ili kazanıyorum der imiş. Kağanlı millet idim, kağanım hani, ne kağana işi gücü veriyorum der imiş. Öyle diyip Çin kağanına düşman olmuş. Düşman olup, kendisini tanzim ve tertip edemediğinden yine teslim olmuş.” Çinliler, esir düşen Türkleri askerlik dahil bazı işlerde kullanmıştır. Bu nedenle illi millet idim ilim hani, kağanlı millet idim kağanım hani, denilmektedir. Çin devleti ve hükümdarı için çalışmaktan dolayı Türklerin pişmanlık duyduğunu da anlamaktayız. Esareti kabul etmeyen Türkler isyanlarda bulunmuşlardır. Çin kaynaklarında bunlar anlatılmaktadır. Türklerin kendilerine karşı isyan ettiğini gören Çinliler ise buna karşı çözüm yolları aramaya başlamıştır. Kimisi Türkleri dağıtarak farklı köylerde barındıralım demiştir, kimisi de Türklere o kadar iş yaptırmalarına rağmen öldürmeyi yani soykırımı düşünmüştür. Abidelerde buna da yer verilmiştir: “Bunca işi gücü verdiğini düşünmeden, Türk milletini öldüreyim, kökünü kurutayım der imiş.” Buna karşı ise Tanrının, Türk milleti yok olmasın diye, millet olsun diye İlteriş Kağanı ve İlbilge Hatunu Türklerin başına getirdiğini ve Tanrı kuvvet verdiği için İlteriş Kağanın askerlerinin kurt gibi, düşmanının ise koyun gibi, olduğunu söyler. İlteriş Kağan’ın, ilsizleşmiş, kağansızlaşmış, kul ve cariye olmuş, Türk töresini bırakmış milleti, ecdadın töresince yetiştirip, tanzim ettiği de belirtilmektedir.
Orhun Abidelerindeki fikrî yapı ve düşünce dünyası Türklük var oldukça devam edecektir. Abidelerde yazılanları okurken, aslında bugünkü pek çok iç ve dış olaylara dair benzer örnekler görmek de mümkündür. Bu örnekler üzerinden günümüzdeki meseleler için çıkarımlar yapabiliriz. Orhun Abidelerinin fikrî yapısı içinde, vatan ve bağımsızlık duygusunu, millet olma şuurunu, milliyetçilik fikrini görüyoruz. Yine üzerinde en çok durulan kavramlardan biri töredir. Törenin kapsamlı bir anlamı vardır. Orhun Abidelerinden sonraki eserlerde de töreye vurgu yapıldığını görmekteyiz. Kutadgu Bilig’de, beylik iyi bir şeydir fakat ondan daha iyi olan töredir, ifadesini, yine Kutadgu Bilig’de, beylik töre ile ayakta durur, sözlerini görmekteyiz. Divânu Lugâti’t-Türk’te, il gider töre kalır, ifadesi geçerken Orhun Abidelerinde de, üstte gök basmasa, altta yer delinmese ilini töreni kim bozabilir, denilmektedir. Sadece töre örneği üzerinden gidildiğinde dahi abidelerin fikrî yapısına dair bazı düşünceler ortaya çıkabiliyor. Bunun gibi diğer konularda da incelemeler yaparak abidelerin ruhunu anlamamız gerekir. Her Türk ferdinin bu eseri okuduğunda kendine dair bir çıkarımı olacaktır. Millî şuur ve tarih bilinci kazanılması açısından bu eserin öğrencilere de okutulması gerekir. Bu sayede Türklük şuurunu ruhunda mezceden Türk evladı atalarına layık olabilmek için daha fazla çaba sarf edecektir. Unutulmamalıdır ki Orhun Abideleri bir kurgusal metin değil, Türklük şuurunun taşa kazanmış ilk vesikaları ve Türk milliyetçiliğinin ilk yazılı eseridir.

 

Kaynakça:
Ahmet Bican Ercilasun, Türk Kağanlığı ve Türk Bengü Taşları, Dergâh Yayınları, 2016.
Erol Güngör, Tarihte Türkler, Ötüken Yayınları, 1997.
Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, Boğaziçi Yayınları, 1989.
Yavuz Tanyeri, Göktürk Yazısı ve Orhun Türkçesi, Boğazi