Necip Fazıl Kısakürek ve Hukuk Edebiyatımız Üzerine Bir Bakış

Geçtiğimiz günlerde vefatının sene-i devriyesinde külliyatını bize tekrar hatırlatan Necip Fazıl Kısakürek’i hayırla yad ediyoruz. Edebiyat ve düşünce hayatında insanı metafiziği ile ele alması bakımından 20.yy’ın genel kavrayışına mukavemet eden bunu gerçekleştirmeye çalışırken de Türk-İslam medeniyetine ait müktesebattan azami ölçüde istifade eden Necip Fazıl hiç şüphesiz hukuk kavramı ve olgusu hakkında akademik mecraların dışında önemli bir katkıda bulunmuştur. Zira; insanın metafizik cihetinin yarattığı dünya tasavvurunun norm cihetinde somutlaması olan hukuk, akademik mecraların ve disiplinin iç tartışmalarının ötesinde bir meseledir. İnsanın hakikatine ilişkin muhakeme ve muhasebesinin dış dünyaya bir başka ifade ile sosyal hayata yansıması bakımından siyaset ve devlet ideali bakımından adalet başlıca bir kavramı işaret etmektedir. Bu iki hacimli meselenin, akademik yahut akademik olmayan mecralarda yalnızca düşünce cihetinden ele alınması; meselede içkin kıymetlerin anlaşılmasını engelleyecek bir tavır teşkil etmektedir. Hukuk ve adalet gibi insan yaratılışının temelleriyle doğrudan iltisaklı iki meselenin salt rasyonel faaliyetler çerçevesinde incelenmeye mahkum edilmesi, mezkur meselelerinin ciddiyetini idrak kabiliyetimizi ciddi surette köreltmektedir. Dilin getirdiği doğrudanlık ve örtülülük imkanlarının yanında geniş kitlelere hızlı ulaşım sağlayabilmesiyle maruf edebiyat dalı bu bağlamda mezkur kavramların incelenmesi için harika bir zemin teşkil etmektedir. Dünya edebiyatının çeşitli klasiklerinde bu mesele ısrarla işlenmiş olsa dahi Türk edebiyatında ne yazık ki hukuk ve adalet temalarının metafizik cihetten işlendiği eserler son derece kısıtlı kalmış ve bu temalar kısır bir ideolojik söylemin içerisinde hapsolmuştur. İşte bu noktada Necip Fazıl Kısakürek’in getirdiği açılımlar bilhassa ilgiye şayandır. Hukuk üzerinden adalete yalnızca düşünce bakımından üstün bir keyfiyet olarak inanmasının yanında “Müdafaalarım” isimli eserinde tafsilatlıca yer verdiği kişisel yargılanma süreci de biyografik bir gerçek olarak hayatında durur. Necip Fazıl için adalet hakikatin yerli yerine oturtulması bakımından zulüm kavramının hilafına kullanılması bakımından insan teki üzerine düşünmekten dünyayı anlamlandırmaya kadar anahtar bir kavram olarak görülür. Hali ile karınca yuvasının dirliğinden dünya düzenine kadar bir genişlikte adaleti arar, arzular, gayeleştirir. Adaletin bir üst değer olarak temsili, hem fiili hem de fikri düzlemde doğrudan anlaşılır hatta gayi yapısıyla adalet merkeze alınır. “Müdafaalarım” Necip Fazıl’ın tiyatral uslübunun ve hitabet gücünün kendi hayatında maruz kaldığı muhakeme safhalarına karşı aldığı tavrın görülmesi bakımından hem “Soktates’in Savunması” nevinden bir tarzın tashihi iken hem de 20.yy hukuk tarihimize düşülen bir kayıt, dipnot olarak yerini almıştır.  Eserleri içerisinden özellikle “Reis Bey” tiyatrosu hukuk düşüncesini yansıtır. Hukuk edebiyatı yazınımız için müstesna bir eser olarak kabul edilen bu tiyatroda Necip Fazıl, adli bir olay üzerinden adalete dair üstün kanaat ve duyguları işleyerek çarpıcı bir metin ortaya koyduğu gibi Türk düşünürünün Osmanlı bakiyesi olan bir kavram olarak adalet kavramına ve olgusunu samimi sahiplenmesinin de bir sembolü olarak görünmektedir. Bunun dışında, “Reis Bey” adalet olgusu ve hukuk düzeni arasında doğabilecek çeşitli gerilimleri ve adaletin birey seviyesindeki farklı açılardan gerçekleşen tecellileri de ele almak suretiyle, hukuk edebiyatı yazınımızın başlıca eserlerinden olarak yerini korumaya devam etmektedir. Necip Fazıl Kısakürek’in müstesna eserlerle katkıda bulunduğu hukuk edebiyatı yazınımızın, çeşitli kıymetlerle büyüyüp çeşitlenmesi temennisiyle kendisini tekrardan hayırla yad ediyoruz.