Irak Türkleri’nin 2005 Irak Anayasası Çerçevesindeki Konumu

2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgal etmesiyle birlikte 35 yıldır devam eden BAAS rejimi sona erdi. Saddam döneminin baskıcı yönetim tipine son vermek ve Irak’a demokrasi getirmek iddiasıyla yapılan bu işgal; neticede kanlı iç savaşlara, mezhepçiliğe, etnik çatışmalara ve DAEŞ terörünün doğumuna sebebiyet vermiştir. 2005 yılında ise iddianın meşruiyetinin zeminin oluşturulması ve yeni bir Irak kurulması amacıyla bir anayasa hazırlanmıştır. Bu tartışmaya girmeden önce Irak Türkleri’nin Irak anayasalarındaki tarihi konumuna bakmak faydalı olacaktır.

1925 Irak Anayasası’nda ise Irak’ın resmi dili Arapça olarak belirtilmiş olmasına rağmen azınlıklara, nüfusun yoğunluğunu teşkil ettikleri yerler bağlamında anadilde eğitim hakkı tanınmıştır. Türk nüfusun yoğun olduğu Kerkük ve Erbil için bu hak yasal olarak sağlanmasına rağmen, pratikte karşılık bulamamış ve 1932’den itibaren Türkmen okullarında Arapça eğitim yapılmıştır. Arap milliyetçiliğinin yükselişi ile birlikte 1936’dan 1958’e kadar daha şiddetli bir durum ortaya çıkmış ve Irak Türkleri’nin bütün siyasi ve kültürel faaliyetleri yasaklanmıştır. 1958 yılında gerçekleşen askeri darbenin ardından hazırlanan anayasada Irak,

Araplar ve Kürtler’den oluşan iki toplumlu bir devlet olarak tanımlanmış ve diğer gruplar ise genel bir “azınlık” başlığı altındaki zikredilmiştir. 1968’de başlayan BAAS Rejim, 1970 yılında Irak Türkler’i için Türkçe eğitim hakkını kabul edip Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde konu ile ilgili bir daire teşekkül ettirse de bu durum yine realiteye yansımamış ve BAAS Rejimi 1978 yılında imzaladığı bir belge ile Irak’ın Araplar ve Kürtler’den müteşekkil bir devlet olduğunu yinelemiştir.

2005 Irak Anayasası, eştoplumlaştırıcı (consociational) teori çerçevesinde hazırlanmış ve yürürlüğe konulmuştur. Eştoplumlaştırıcı teori, farklı cemiyetlere derinlemesine bir millet için demokratik bir yönetişim altyapısının anayasal seviyede sağlanmasını öngörür. Bu bağlamda hazırlanacak bir anayasanın işlemesi için dört şart öngörülür; bütün cemiyetlerin siyasal temsilinin sağlandığı geniş bir işbirliği, karşılıklı veto hakkı, her cemiyet için özerk bir alan ve azınlıkların orantılı bir şekilde temsili. Bu şartların sağlanması hâlinde cemiyetler arası bir üst-düzey işbirliğinin sağlanacağı ve netice itibariyle toplumsal barışa ulaşılacağı ilgili teorinin esas iddiasıdır.

2005 Irak Anayasası’nın çerçevesi bu teori doğrultusunda çizilmiştir. Bu anayasa, giriş bölümünde Irak halkının çektiği acılardan bahsederken Irak Türkleri’ni “Türkmenler” olarak zikretmiş ve Irak’ın temel yapıtaşlarından birisi olarak kabul etmiştir. 2005 Irak Anayasası’nın giriş bölümü, Irak halkının Saddam-sonrası tanımını yaparken Saddam dönemindeki baskıya bilhassa atıf yapıp, bu dönemde hayatını kaybedenleri “şehitler” olarak tanımlamıştır. Devam eden dördüncü maddesinde Irak’ın resmi dilleri Arapça ve Kürtçe olarak belirtilmiş; fakat hem devlet hem özel okullarda azınlıkların kendi dillerinde eğitim yapabilecekleri hakkı da tanınmıştır. Bu maddede Türkmenler, Süryaniler ve Ermeniler ismen zikredilen azınlıklardır.

2005 Irak Anayasası, md. 4/4 hükmüyle Türkmence ve Süryanice’nin, Türkenler ve Süryaniler’in nüfusun çoğunluğunu teşkil ettikleri idari birimlerde Arapça ve Kürtçe’nin yanında resmi dil olacağını hükme bağlamıştır. Md. 4/5 hükmü ile herhangi bir idari birimde yapılacak referandumla herhangi bir yerel dilin, o birim sınırları içerisinde resmi dil olarak kabul edilmesi de mümkün kılınmıştır. 125. Madde ile Türkmenler, Keldaniler ve Süryaniler ismen zikredilmek şartıyla bütün azınlıkların idari, siyasi, kültürel ve eğitim haklarının yasa ile korunacağı, anayasa tarafından güvence altına alınmıştır.

2005 Irak Anayasası’nın 111 ve 112. Maddeleri çerçevesinde petrol ve doğal gaz gelirlerinin Irak halkının tamamına ait olduğu ve adil bir dağılımın sağlanacağı ifade edilmiş olsa da bu maddelerin gerçekliğe yansımadığı bilhassa Türkmenler’in yoğun olarak yaşadığı beldelerin hâlinden bellidir. DAEŞ terörü sonrasında en çok zarar gören yerlerin Türkmen yerleşimleri olduğu ve buraların yeniden inşası problemi de ilgili hükümlerin tekrardan sınanacağı birer başlık olarak arz-ı endam etmektedir.

Türkmenler kendilerine anayasa tarafından verilen siyasi hakları, geniş teşkilatlanmalarına rağmen kullanamamaktadır. 2015 yılında bir Türkmen tarafından temsil olunan İnsan Hakları Bakanlığı’nın ilgası ile Irak’ın en büyük üçüncü cemiyeti olan Türkmenler, bilhassa yürütme çerçevesindeki güçlerini ciddi şekilde yitirmişlerdir. 18 Mart 1991 tarihinde, isyancı Kürt gruplar Kerkük’e girmiş ve şehirdeki tapu ile nüfus müdürlüklerini yağmalayıp kayıtları yok etme girişiminde bulunmuşlardır. Devam eden süreçte daha evvel birbiriyle çatışan BAAS ve KDP, Türkmen nüfusun yoğun olduğu Erbil’de 1996 yılında ortak saldırıları ve yıldırma politikaları ile Türkmen gücünü zayıflatmış ve şehrin demografik yapısının oynamasına sebep olmuştur.

1991 tarihinde Kerkük’te yaşananlar, Amerikan işgalinin koruması altında 2003 yılında tekrarlanmış ve Kerkük şehri de tıpkı Erbil gibi sessiz bir etnik temizlik için uygun hâle getirilmiştir. Türkmen nüfusun varlığını yadsımaya yönelik yapılan bu sessiz talanlar, md.140/2 hükmünün uygulanabilirliğini imkansız hâle getirmiştir. Bu hükme göre 2007 yılının sonuna kadar başta Kerkük olmak üzere tartışmalı bölgelerin niteliğini belirlemek üzere referandumların yapılması öngörülmüştür; fakat bu referandum yapılmadığı gibi ilgili şehirlerin Kürt güçleri tarafından sık sık talan edilmesi şehirlerin demografik yapısını çoktan bozmuştur. Mevcut durumda Kerkük’te md.140/2 hükmünün uygulanması bu sebeple mümkün değildir.

Türkmenler’in Irak’taki en büyük üçüncü cemiyet olmalarına rağmen Irak Anayasası tarafından siyasi bir entite olarak kabul edilmeyip, Süryani ve Ermeni gibi Irak’ta çok küçük bir varlık sergileyen etnik gruplarla bir tutulması ve idari temsillerinin 2015’de olduğu gibi siyasi hamlelerle sık sık akamete uğratılması hukuki bir faciadır. Türkmenler’in Irak Anayasası tarafından kendilerine vaad edilen kültürel hakları kullanabilmeleri için siyasi bir entite olarak tanınmaları ve hiç değilse kabinede kontenjan haklarının bulunması mecburidir. Aksi takdirde Türkmenler’e tanınan kültürel hakların gerçeklikte karşılığını bulması imkansız olacaktır.