Feodâl Toplumdan Kapitâlist Topluma Geçiş ve Osmanlı İktisâdiyyâtı

Bir toplumda kapitalizmin geliÅŸmesini anlamanın püf noktası o toplumun feodal dönem uzantılarını da incelemektir. Zira kapitalizm anlık bir mefhum deÄŸil, bilakis çok uzun bir sürecin sonunda ortaya çıkan kompleks bir üretim tarzıdır. Ä°nsanoÄŸlunun daha avcılık ve toplayıcılık yaptığı dönemde sahip olduÄŸu sınıfsız toplum, zaman ilerledikçe yerleÅŸik hayata geçmenin verdiÄŸi artan yaÅŸam kalitesiyle beraber nüfus artışına sebep olmuÅŸ, bu da köylerin ve ardından ÅŸehirlerin kurulmasına yol açmıştır. Farklı yerlerdeki ÅŸehirler arasında yaÅŸanan mücadeleler (ve tabi savaÅŸlar) ile birlikte hakimiyet altına giren ÅŸehirlerin halkı, hakim halkın adi iÅŸlerini yapmaya mecbur koÅŸulmuÅŸtur. Hakim halk, hüküm altındaki halkın efendisi olmuÅŸtur. Roma  döneminde “Latifundium”[1] adı verilen çiftlikler sözünü ettiÄŸimiz “köleci” üretime bir örnektir. Bu ÅŸekilde oluÅŸan köleci toplum, doÄŸudan gelen istilalar sonucu yıkılan Roma’nın ardından baÅŸ gösteren güvenlik ihtiyacından ötürü, modifikasyona uÄŸramıştır. Eski köle ve köle sahipleri, pek tekin olmayan Avrupa topraklarında canlarını korumak ve karınlarını doyurmak için “Senyör” yahut “Lord”[2] denen kiÅŸilerin korunaklı ÅŸatolarına sığınmışlardır. Tabi iki ÅŸartla: Lordun kendilerine verdiÄŸi toprakta çalışıp Lorda belli bir miktar ürün vermek[3] ve Lordun ÅŸahsi arazisinde hiçbir karşılık almadan çalışmak[4]. Lordun malikanesinin kendi kendine yeten üretiminden, artan ürünlerin pazara yönelik olarak elden çıkarılmasıyla ve yavaÅŸ yavaÅŸ geliÅŸme gösteren burjuvaziyle beraber ticaret geliÅŸmiÅŸtir. GeliÅŸen ticaret, bir miktar sermaye birikimini de beraberinde getirmiÅŸtir. Sermaye birikiminin, kapitalizmin son aÅŸaması olan ücretli emek ile birleÅŸmesi için ise Ä°ngiltere’de baÅŸlayan Lordların “enclosure”[5] hareketini baÅŸlatması beklenecek ve boÅŸa çıkan emeÄŸin ÅŸehirlerde yoÄŸunlaÅŸması beklenecektir. Sermaye birikimi ve ücretli emek ÅŸehirlerde burjuvaziye birleÅŸince ortaya sanayi çıkmış ve kapitalizm arz-ı endam etmeye baÅŸlamıştır.

Görüldüğü üzere kapitalizm bir anda ortaya çıkmamış, aksine yüzyıllar boyu süregelen bir sömürü hareketinin devamı olarak gelmiÅŸtir. Yukarıda çok çok basite indirgemiÅŸ olduÄŸumuz bu çözümlemeden de anlaşılacağı üzere Avrupalı Lordun fief’e[6] dönüştürdüğü toprakları üzerinde bir mülkiyet hakkı vardır. Haliyle kendi topraklarında kuralları kendisi koyar ve kendisi denetlerdi. Ãœlkede bir kral vardı lakin parçalı iktidar yapısı nedeniyle kral ve gücünü en iyi özetleyen söz “primus inter pares”ti[7]. Kral belirli dönemlerde lordlarla toplanır fikir alışveriÅŸinde bulunurdu. SavaÅŸ zamanı lordlardan asker talep ederdi. Zira merkezi ve güçlü bir ordu o dönem Avrupasında rastlanılacak bir ÅŸey deÄŸildi. Bu nedenle kralın lordlara ihtiyacı vardı. Fakat Osmanlı’da aynı dönemde topraklar üzerindeki mülkiyet hakkı önemli ölçüde devlete aitti. Sınıfsal yapı da Feodal Avrupa-Osmanlı arasındaki çarpıcı farklılıklardan birini teÅŸkil ediyordu. Klasik “serf-senyör” sınıf yapısına karşılık Osmanlıda “reaya, tımarlı sipahi, ulema, ümera ve devÅŸirme”lerden oluÅŸan çok daha karmaşık bir bir kompozisyon hakimdi.[8] Avrupa’lı Lordların aksine Osmanlı yönetici sınıfı ancak görevleri müddetince toprak sahibi olabiliyorlardı. Babadan oÄŸula geçmeyen devlet görevleri nedeniyle topraklar görevi biten memurun elinden alınmaktaydı. Bu nedenle Avrupa’dan farklı olarak Osmanlıda “aristokrat” bir sınıf geliÅŸmemiÅŸtir.

Toprak sistemi ile ilgili küçük bir hatırlatmanın, konunun politik boyutunu aydınlatması bakımından önemli olduÄŸu kanısındayız. Askeri görev karşılığı toprak verilmesi, tüm pre-kapitalist toplumlarda rastlanılan bir uygulamadır. Bu uygulama, hem devletin memurlara ödemesi gereken maaÅŸ yükünü hafifletmekte hem toprakların boÅŸ kalmamasını saÄŸlamakta hem de savaÅŸa hazır bir ordu bulundurulması açısından önemlidir. Ama böyle bir uygulamanın bir diÄŸer nedeni de, tüm ülkede vergileri toplayıp sonradan bunu maaÅŸ olarak dağıtabilecek bir kurumun bulunmayışıdır. Örneklerini Cermen Krallıklar’da “Beneficium”, DoÄŸu Roma’da “Pronoia”, Selçuklular’da “Ä°kta”, Abbasiler’de “Katia” ve M.Ö.’lerde Selevkoslar’da “KaÅŸtu” olarak göstermek mümkündür. Hepsi aynı olmasa da benzer koÅŸulların ürünüdürler. Merkezi otoritesi kuvvetli olan devletler (Osmanlı ve DoÄŸu Roma gibi) bu topraklarda yalnızca belirledikleri vergilerin toplanmasını toprak zileytlerine verirken, merkezi otoritenin zayıf olduÄŸu Avrupa’da krallar, Lordların Kralmışçasına kendi topraklarında hareket etmelerinin önüne geçememiÅŸtir.

Bu kısa hatırlatmanın ardından Osmanlının kapitalizme geçememesinin nedenlerine değinebiliriz. Daha önceki kısımlarda bahsettiğimiz gibi kapitalizm için iki ön koşul gereklidir: sermaye birikimi ve ücretli emek. Şu halde kapitalizm için bu iki ön koşulun olması şarttır. Feodal toplumda sermaye birikimi pazar için üretimle, ücretli emek ise köylünün toprağını ve üretim araçlarını kaybetmesi sonucu oluşmuştur.

Ä°lk bakışta Osmanlı’da sermaye birikiminin varlığından söz edebiliriz. Zira Baharat ve Ä°pekyolu gibi Avrupanın candamarı olan iki ticaret yolu Osmanlı egemenliÄŸindeydi. DoÄŸudan (Hindistan ve Çin’den) getirilip Avrupa pazarına sunulan mallardan ötürü Osmanlı tüccarlarının elinde muazzam miktarlarda sermaye birikimi olmuÅŸtur. Bu iddiayı doÄŸrulayacak bir örnek olarak 1480 yılında Bursa’da iki tüccar Mısır ticaretine 11.000 duka yatırmışlardı. Aynı tarihlerde Ä°talya’nın en zengin tüccarı olan Barbarigo’nun 15.000 duka sermayesi olduÄŸu biliniyor. Bu gibi geliÅŸmelerin 15. YY’da uluslar arası ticaretin geliÅŸmesiyle beraber belirginleÅŸtiÄŸini hatta bu yüzyılda Bursa, Edirne ve Selanik gibi tekstil ÅŸehirlerinde “eve iÅŸ verme”[9] hatta ve hatta manifaktürel geliÅŸmelerin (sınırlıda olsa) görüldüğü söylenebilir. Eve iÅŸ verme yöntemi, Avrupa’da kapitalizme giden yolun önemli basamaklarını oluÅŸturduÄŸunu hatırlatmakta fayda var. Yine Bursa’da dokuma tezgahlarının belli kiÅŸilerde toplanması, Ä°stanbul’da 26 tekstil atölyesinde ortalama 19 işçinin çalıştırılması, üretimin manifaktür boyutunda olduÄŸunu göstermektedir.[10]

BahsettiÄŸimiz bu geliÅŸmeler Osmanlı’da, kapitalizm için ancak baÅŸlangıç safhasını teÅŸkil edebilir. Hızlı bir kapitalistleÅŸme için bu geliÅŸmelerle orantılı olarak “lonca”[11] sisteminin de zayıflaması gerekirdi. Avrupa’da eve iÅŸ verme ile baÅŸlayıp manifaktür boyutuna ulaÅŸan ve güçlenen kapitalist yapılar lonca sistemine karşı etkin bir mücadele vermeye baÅŸlamışlardı. Loncalar da maifaktürlere karşı savaÅŸ vermiÅŸ ve tüccarların, loncaların güçlü olduÄŸu ÅŸehirlerden kaçarak kırsal alanlarda faaliyetlerini sürdürmelerine neden olmuÅŸlardır.[12] Merkantilizmi ekonomi politikası olarak benimseyen Avrupalı monarklar da burjuvaziyi desteklemiÅŸ ve loncaların giderek daha da zayıflamasına neden olmuÅŸlardır. Oysa Osmanlı’da yeni yeni ortaya çıkan bu geliÅŸmelere loncalar çok iyi direndi. Lonca kurallarından sapan ve kapitalist üretime kayanlar dikkatlice takip edildi ve çok ağır cezalara çarptırıldılar. Tüm bunların yanında Osmanlı loncalarının, Avrupa’daki benzerlerinden farklı olarak çok güçlü bir müttefiki vardı: Osmanlı Devleti.

Burada belirtilmesi gereken önemli bir husus, Osmanlı’da yalnızca uzun mesafeli ticaretle uğraşan tüccarların elinde büyük servetlerin birikmemiş olmasıdır. Osmanlı’da büyük servetlere sahip başka kesimler de bulunmaktaydı. Sarraflar, üst düzey yöneticiler be kesimin üyeleriydi. Fakat bu servet sahipleri loncaların katı kuralları ve yönetmelikleri nedeniyle ellerindeki serveti üretimde kullanamıyorlardı. Bu nedenle servetleriyle ya tefecilik yapıyorlardı yada iltizam[13]a yatırımda bulunuyorlardı.

Servetlerin sermayeye dönüştürülememesinin bir diğer nedeni de devletin sık sık uyguladığı müsadere tehdidiydi. Lonca veya halkın tepkisini çeken yahut başka bir nedenle(devlet memurları için yolsuzluk, rüşvet vs) kişi tüm malını kaybedebilirdi. Avrupa’dan farklı olarak yüksek devlet memurluğu sonucu verilen topraklar ve elde edilen servet babadan oğula geçmediğinden hızla kazanılan servetler aynı hızla kaybedilebilirdi.

Müsadere tehdidinden tek bir kaçış yolu vardı: Vakıflar. Osmanlı coğrafyasında çok sayıda vakfın bulunması da bunu doğrular niteliktedir. İslam hukuku, vakıflara devlet müdahalesini yasakladığından müsadereden çekinen zenginler servetlerinden nesiller boyu yararlanmak için vakıf yoluna gidiyorlardı. Vakıf geliri ise devlet ve vakfeden arasında pay edilirdi. Belirtmek gerekir ki vakıf kurumuna sığınmanın bir diğer nedeni de, devletin uyguladığı vergi politikaları ile iflas durumuna gelen atölyelerin varlığıydı. Bu gibi atölyeler de vakıf statüsüne girme hakkına sahipti .

Görüldüğü üzere Osmanlı toplumunun iç dinamikleri nedeniyle servetler sermayeye dönüşmüyor başka alanlara kanalize ediliyordu. Güçlü bir destekçiyi arkalarına alan loncaların, kısıtlamalarıyla servet sahipleri servetlerini iltizama yatırıyorlar ya da tefecilik yapıyorlardı. Bu nedenle manifaktürel üretim Osmanlı’da bir türlü gelişemiyordu.

Sözü edilen kısıtlamaların ortadan kalktığını kabul etsek dahi kapitalizmin ikinci ön koşulu olan özgür ücretli emeğin oluşumunu da engelleyen bazı özelliklere Osmanlı İmparatorluğu haizdi. Özgür emeğin Avrupa’da çıkışı, üreticilerin üretim araçlarını kaybetmesi sonucu topraklarından kopmasıyla ilgilidir. Bu gelişme, tarımsal üreticiler arasındaki farklılaşmayla bağlıydı. Köylülerin bir kısmı meta üreticisine dönüşmüş diğer bir kısmı da(toprağını kaybeden kısmı) gelişen manifaktürel üretimin ihtiyaç duyduğu insan gücünü sağlamıştır. Topraklarından kopma mecburiyetinde kalan köylülerin bu duruma maruz kalmasının bir diğer önemli bir nedeni de daha önce bahsettiğimiz enclosure hareketidir. Bu hareket sayesinde az miktarda insana ihtiyaç duyulmuş ve kalanı kentlerdeki manifaktür sahiplerinin insafına terkedilmiştir.

Oysa Osmanlı kırsalında toprak ile ilgili bir farklılaÅŸma Avrupa’daki benzerine nazaran oldukça sınırlıydı. Her ÅŸeyden önce topraÄŸa baÄŸlı reayanın topraktan kovulması mümkün deÄŸildi. BilindiÄŸi üzere Osmanlı toprak sisteminin temelini reaya oluÅŸturmaktaydı. “çift” denilen ve alınıp satılamayan toprak parçalarında ki köylüler kovulamaz sürgüne gönderilemezdi. Ayrıca “çift”lerin belli kiÅŸilerde toplanmasına engel olunurdu. Hasılı köylü topraÄŸa baÄŸlıydı ve terkedemeyeceÄŸi gibi kovulamazdı da. Köylüden toprağın alınması ancak 3 yıl üst üste ekilmemesi halinde mümkündü. Bu da gösteriyor ki loncaların denetiminden kurtulan manifaktürler, yaÅŸamlarını sürdürebilmek için ihtiyaç duydukları ücretli emeÄŸe ulaÅŸmakta büyük güçlükler çekeceklerdi.

Köylünün topraÄŸa adeta baÄŸlandığı Osmanlı toprak sisteminde köylünün topraktan hiç ayrılmadığını söylemek yanlış olacaktır. 16.YY sonlarında artan vergiler ve mültezimlerin baskısı sonucu reaya toprağını terk etmek ve ÅŸehirlere kaçmak zorunda kalmıştır. Fakat loncaların etkinliÄŸi nedeniyle geliÅŸemeyen manifaktürlerde çalışma fırsatı bulamayan bu insan gücü, Avrupa’dakinin aksine yalnızca huzursuzluk kaynağı olmuÅŸtur. Devlet birçok kez bu iÅŸsiz kitlesini geri püskürtmeye çalışmıştır. IV. Murat’ın ÅŸehirlerde düzenlediÄŸi kaçak avları, 1740’da 6 aydan daha az süredir Ä°stanbul’da bulunanların sınırdışı edilmesi, 1826’da  Ä°stanbul kapılarının kapatılması bu durumun önüne geçmek için alınan somut tedbirlere örnektir. Osmanlı yönetimi, bu iÅŸsiz kitlenin ÅŸehirlerde hayat pahalılığına ve huzursuzluÄŸa yol açacağının bilincindeydi. Oysa Avrupa’da toprağından ayrılan serfler kendilerine ÅŸehirde daha iyi yaÅŸam standardı bulma imkanına sahipti. En kötü ihtimalle manifaktürde çalışma ÅŸansı buluyorlardı.[14]

Kısaca özetlemek gerekirse, Osmanlı toplumunda servetler sermayeye dönüşemezken, loncaların dikkatinden kaçan küçük atölyeler de insan gücü yokluğundan gelişme sağlayamamıştır. Söz konusu iş gücü kentlere doğru aktığında ise bu tür atölyeler loncaların kısıtlamalarının dışına çıkamadığından işsiz güruha da iş kapısı olamamıştır.

Kapitalizmin gelişmesi için bu sayılanların dışında, tarımsal üretiminde artması gerekir. Zira kentlerde oturan nüfus artarken, onları doyurmak için toprakta çalışan kırsal nüfus azalmaktadır. Farklı dönemlerde de olsa tarımda verim artışı, kapitalistleşen tüm toplumlarda görülmüştür. Avrupa’da verim artışını sağlayan kesim meta üreticisine dönüşen köylülerdi. Osmanlı’da ise böyle bir dönüşüm yaşanmadığından tarımsal verimi arttıracak yatırım yapan bir kesim de ortaya çıkmamıştır.

Feodal toplumdan kapitalist topluma geçilmesi için gerekli olan ön koÅŸullar vurgulandı.[15] Fakat bunların yanı sıra kapitalizmin, burjuvanın sabırlı, bilinçli ve inatçı mücadelesiyle gerçekleÅŸtiÄŸi de unutulmamalıdır. Bu hususta burjuvazinin, feodal aristokrasi haricindeki tüm toplumsal kesimleri kendi çıkarları doÄŸrultusunda örgütlemesi de önem taşımaktadır. Osmanlı’da filizlenme halinde bulunan ve geliÅŸmesine izin verilmeden başı ezilen burjuvazinin Avrupa’daki denkleri gibi mücadele edecek ne gücü ne de bilinci vardı. Osmanlı bürokrasisinin mutlak üstünlüğü altında seyreden ekonomide, bürokrasinin istemeyeceÄŸi bir yapılanmanın, bir dönüşümün hayat bulması elbette mümkün deÄŸildir.

Osmanlı toplumunda, siyasi iktidara ağırlığını koyabilecek güçte bir burjuvazi oluşabilseydi, öncelikle toprak mülkiyeti konusunda ve loncaların kısıtlamalarıyla mücadele edecekti. Loncaların katı kurallarından kurtuluş hem sermaye birikimin mümkün kılacak hem de toprağın alınıp satılmasıyla beraber köylülüğün farklılaşmasına yol açacaktı. Böylece toprakta verimliliğe giden yolun önü açılacak ve kapitalistlerin kiralayacağı kadar ücretli emek açığa çıkacaktı. Son aşamada ise devletin ticaret mevzuatının sermaye birikimini destekler biçimde değiştirilmesi, sözgelimi ihracatı ve sanayileşmeyi teşvik edici yasaların getirilmesi, sağlanacaktı.

Son olarak Osmanlı toplumunun koşulları, burjuva sınıfının oluşmasına engeldi. Yahut bir başka deyişle Avrupa’daki gibi bilinçli ve kararlı burjuvazinin yokluğu, kapitalizmin gerektirdiği toplumsal dönüşümleri sağlayamamıştır. Oysa Osmanlı’da birikmiş servetin var olduğundan daha önce söz ettik. Fakat yine Osmanlı örneğinde görüldüğü üzere birikmiş servet, kapitalizmin doğuşundaki tek etken değildi. Kapitalizm, merkezi olmayan parçalı iktidar yapısı, toprakların meta haline dönüşmesi, özel mülkiyetin varlığı ve bilinçli bir burjuvaziden oluşan geniş bir kombinasyondan müteşekkildir. Tüm bu unsurları birleştirmeyi başaran Avrupa’da feodalizm yıkılmış ve kapitalizmin zaferi tarihe geçmiştir.

Dipnotlar

[1] “latium”:büyük “fundus”:çiftlik. Roma döneminde fetihler sonrası ailelere dağıtılan ve aynı verime sahip olması için farklı büyüklüklerde dağıtılabilen araziler. Bir süre sonra latifundiumlar geniÅŸlemiÅŸ, köleci üretimin yapıldığı merkezleri teÅŸkil etmiÅŸtir. Feodal dönem malikanelerinin atası sayılabilir.

[2] Senyör yahut lordlar, eski latifundium sahiplerinin güçlü mirasçılarıdır.

[3] “ürün rant”: mülkü lorda iÅŸletme hakkı köylüye ait olan bu topraktan elde edilen ürüne lord tarafından el konulması.

[4] “emek rant”: mülkü lorda ait olan arazide hiç bir karşılık almadan çalışmak.”angarya”

[5] İngilterede başlayan, topraklarda tarım yapılması yerine çitlerle çevirip çok sayıda hayvan beslenmesi ve bu sayede tekstil üretimimn ihtiyacı olan hameddenin sağlanmasını gerçekleştiren ve bir çok insanın toprağında kopup şehirlere sürükleyen hareket

[6] OrtaçaÄŸ Avrupası’nda süzeren-vassal arasında yapılan bir anlaÅŸmadır. Bu anlaÅŸma sonucunda oluÅŸan toprak rejimi ,vassal ve süzeren arasındaki hiyerarÅŸik iliÅŸkiyi kurar.

[7] “eÅŸitler arası birinci”

[8] İlber Ortaylı, Osmanlı Toprak düzeninin Kaynakları, Toplum ve Bilim no:4, 1978

[9] Maifaktürel üretime geçilmeden önce, sermeye sahiplerinin üretimi parça parça evlere vermesi ve bu şekilde üretim yaptırması.

[10] Murat Özyüksel Feodalite ve Osmanlı Toplumu, Der Yayınları, İstanbul, 2007

[11] Kısaca, günümüzün esnaf odalarına vebzetebileceğimiz kuruluşlar. Çok katı kurallarıyla üretimi denetleyen, fiyat ve kotaları belirleyen, üretici-tüketici ilişkisine yön veren kuruluşlar.

[12] Lonca etkisinden kaçan burjuvazi ilk sanayileşme hareketini kırsal bir alan olan Birmingham’da başlatmıştır.

[13] Osmanlı’da tımar sisteminin bozulmasının ardından uygulanan toprakların belirli bir bedel karşılığında bedeli ödeyene yalnızca vergi toplaması kaydıyla devredilen topraklar. Bu şekilde merkezi yönetim sıcak para ihtiyacını karşılamıştır.

[14] Doç. Dr. Adil Baktıaya, Siyasi Tarih Dersleri, 2010

[15] Sermaye birikimi ve ücretli emek