Destanların Efendisi Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu‘nun Fikir Dünyası


“Şol gökleri kaldıranın
Donatarak dolduranın
“Ol” deyince olduranın
Doksan dokuz adı ile…”
Türk edebiyatında destan şairi olarak bilinen şairimiz Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’dur. Destan şairimiz destanı şöyle tanımlıyor: “Destan, milletin en yüksek duygu, düşünce ve isteklerini ifade eden ve değişmez özelliği kahramanlık olan eserlerdir.” Bu kahramanlık eserlerini, Türk milletine büyük bir ustalık ile aktarması hasebiyle Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu destan şairi olarak bilinir. Merhum Servet Kabaklı, Gençosmanoğlu’nu “Destanların Efendisi” olarak nitelemişti. Gerçekten de bu sıfatları hak eden millî duruş ve yüksek seciye sahibi bir şairdir.
Destan şairimiz, 25 Ağustos 1929 yılında Elazığ’ın Ağın ilçesinde dünyaya gelir. İlkokul yılları Ağın’da geçer. Daha o yıllarda şiirler yazmaya başlamıştır. Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, ilkokul yıllarının ve öğretmenlerinin kendi üzerinde olumlu tesirler bıraktığını da belirtir. 1946-1947 eğitim-öğretim yılında Akçadağ Köy Enstitüsü’nden mezun olur. Mezuniyetinin ardından Elazığ Merkez’e bağlı olan Bizmişen köyünde öğretmenliğe başlar. Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu bu köyde öğretmenlik vazifesini îfâ ederken, ömrünü adadığı Türk milliyetçiliğine hizmet etmeyi de kendine görev bilmiştir. Henüz Elazığ’da bile şubesi olmayan Türk Milliyetçiler Derneği’nin Bizmişen şubesini açar. Ve yoğun gayretleri sonucu köy ahalisinin çok büyük bir kısmını derneğe üye yapar. Daha sonra çeşitli görev yerlerinin ardından tayini Elazığ’ın Hüseynik köyüne çıkar. Bu köyde geçirdiği zamanlar en verimli çağları olmuştur.
Hüseynik’te bulunduğu dönemde Elazığ Gazetesi’nde köşe yazarlığına başlamıştır. Türk kültür adamı, Elazığ’ın kültür elçisi diyebileceğimiz, Av. Fikret Memişoğlu ile de bu köyde tanışmıştır. O dönemde Türk Kültürü Derneği Elazığ Şube başkanı olan Av. Fikret Memişoğlu’nun, kendisi ile ilgilenmesinin bugünlere gelmesinde önemli rol oynadığını ifade eder. Fikret Memişoğlu’nun vefatının ardından kaleme aldığı şiirin ithaf kısmında Gençosmanoğlu, Fikret Memişoğlu için “Üstadım, ağabeyim. Ruhumun ve sanatımın mimarı Fikret Memişoğlu’na” ifadesini kullanmıştır. Bu ifadeler de Memişoğlu’nun kendi üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu bizlere gösterir.
Niyazı Yıldırım Gençosmanoğlu’nun fikir dünyasında Fikret Memişoğlu kadar önemli yer tutan başka isimler de mevcuttur. Mesela Hüseyin Nihal Atsız bu isimlerden birisidir. Gençosmanoğlu’nun “Bozkurtların Destanı” adlı eserinin ilham kaynağı, Atsız’ın “Bozkurtların Ölümü” romanıdır. Atsız’ın romanında aşıladığı millî ruh ve tarih şuuru karşısında çok etkilenmiştir. Gençosmanoğlu, Bozkurtların Ölümü romanını köy öğretmeni iken defalarca okuduğunu ve adeta ezberlediğini söyler. Ezberlemenin de ötesine geçerek onu nazma çeker. Bu eseri nazma çekmesinin nedeni olarak da büyük yazarın heyecanlarını aynen tatmak ve kahramanlarla omuz omuza bulunmak istediği için yazdığını belirtir. Bozkurtların Destanı eserini yazarken Atsız ile de bu çalışmasını paylaşmış ve desteğini görmüştür. Hatta Atsız, eserin bazı yerlerine katkılar da sunmuştur. Gençosmanoğlu, Bozkurtların Destanı adını verdiği eserindeki kusurların kendisine; başarıların ise Bozkurtların Ölümü gibi bir eseri Türk gençliğine veren büyük Türkçü yazar Nihal Atsız’a ait olduğunu belirtir. Şüphesiz Gençosmanoğlu’nun eserlerinde aşıladığı millî ruh ve tarih şuurunun kaynağında, Nihal Atsız’ın yeri mühimdir.
Hüseyin Nihal Atsız gibi Arif Nihat Asya da Gençosmanoğlu için önemli bir isimdi. Serbest tarzda kaleme aldığı şiirlerinin kaynağı olarak Arif Nihat Asya’yı gösterir. Gençosmanoğlu’nun, “Kür Şad İhtilâli Destanı” adlı eseri buna bir örnektir. 1973 yılında Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu ile yapılan bir röportajda, eski şairlerden ve yaşayanlardan sevdiğiniz şairler kimlerdir? sorusuna, “Bu soru çok tehlikeli ve politik. Eski şairlerden sevdiklerim çoktur. Kopuzu ile ilk deyişi söyleyenden tutunuz da sanatı aşk ve iman olarak anlayan, gördüklerini, duyduklarını, sezdiklerini anasının ak sütü ile yoğurup, ana diliyle söyleyen Türk şairlerinin hepsini severim. Mutlaka bir isim istiyorsanız; son büyük şairimiz Yahya Kemal’dir. Yaşayanlara gelince; şiiri heves ve caka satma ölçüsünden çıkarabilmiş şairlerimiz vardır. Arif Nihat Asya yaşayan en büyük şairimizdir.” Demiştir. Böylece Gençosmanoğlu, gençlik yıllarında Elazığ’ın ilim ve kültür hayatından, beraber kültürel faaliyetler yaptığı Fikret Memişoğlu’ndan; millî ruh ve tarih şuurunun kaynağı olan Hüseyin Nihal Atsız’dan ve şiirlerinde kendisine örnek aldığı Arif Nihat Asya’dan beslenerek kendisini geliştirmek için sağlam bir zemin bulmuştur.
Gençosmanoğlu, Türk tarihini İslamiyet öncesi dönemden, İslamiyet sonrası döneme kadar bir bütün olarak görür ve eserlerine de işler. Türk tarih şuuruna sahip birisi olarak yaşadığı dönemde de bu şuurun kendisine yüklediği vazifeleri bilerek yaşamıştır. Türk dünyasının her bir köşesinde yaşanan sevinçlere ve çekilen acılara ortak olmuştur. Yeri gelmiş şiirleriyle yeri gelmiş faaliyetleriyle Türk dünyası için çalışmıştır. Doğu Türkistan davasını da sahiplenmiş ve İsa Yusuf Alptekin’le birlikte Türkçe, Arapça ve İngilizce dillerinde çıkardıkları “Doğu Türkistan’ın Sesi” dergisinde yazı işleri müdürlüğü yapmıştır. İslamiyet’i ve Türklüğü şiirlerinde bir arada işleyerek Türk dünyasını uyandıran Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun “Macar Kardeşlerime” adlı şiirindeki dizeleri adeta Türk dünyasının her köşesinde acı çeken kardeşlerimizle olan durumumuzu anlatıyor:
“İki tutsak kardeşiz
Kahpe acunda.
Senin tutsaklığın yüreğimde ok
Benim gözyaşlarım senin acında…”
Gençosmanoğlu, sanatın bir hedefi olması gerektiğini ve hedefi olmayan sanatın bir meşgale olduğunu söyler. Edebiyat, musikî, tiyatro, şiir gibi sanat dallarının hepsini, geçmişin derinliklerinden günümüze ve geleceğe doğru filizlenen dallar olarak niteler. Her dalın gayesinin, beslendiği toprağın, içtiği suyun, soluduğu havanın, tadını, rengini, özsuyunu ihtiva eden en olgun ve en güzel meyveyi verebilmek ve bu meyvelerle milletinin ruhunu beslemek olduğunu söyler. Bu hedef doğrultusunda da fikir dünyasını şekillendirmiş ve sanatını icra etmiştir.
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, verdiği millî ruh ve tarih şuurunu bugünün gençlerine, geleceğin büyük Türkiye’sini inşa etmeleri için aşılamayı kendine görev bilmiştir. Şiirleriyle vermeye çalıştığı millî ruhu kendi iç dünyasında da yaşamıştır. Geçmişin sayfalarından, geleceğin gençlerine öğütler vermiştir. Yaşadığı dönemin meselelerine ve gençlerin çektiği zorluklara kayıtsız kalmamıştır ve ülkü erlerini şiirlerine yansıtmıştır. “52 Satır” adlı şiiri, ülkücü gençleri anlattığı bir şiiridir. Ülkü erlerine,
“Ey! Benim bahtım gibi, kara bahtlı olanlar,
Ey! Hayat goncaları açılmadan, solanlar,
Ey! Vatan kavgasının, kemikten siperleri
Size haykırıyorum, siz ey ülkü erleri!” diyerek seslenmektedir. Sonraki satırlarda görüyoruz ki bu şiir hem gençlere bir öğüt niteliğinde hem de kendi iç dünyasındaki kederi yansıtan bir nitelikte. Gelecek nesillere karşı kendisini sorumlu hissederek bu şiirinin bir kıtasında,
“Gelecek nesillerin, bizleredir vebali
Eğer ilân etmezsek, bir fikir “istiklâli”
Sustukça darbe yedik, sustukça küfür yedik
Yazık yazık bizlere. “Bunlar” nedir? Demedik.” İfadelerini kullanmıştır. Bu şiirinde Türklük davası uğrunda mücadele etmeyi, riya, fitne ve iftiraya bulaşmadan hakkı ve hakikati haykırmayı, servet, sefahat ve para sahibi olamasak da servetlilere baş eğmemeyi, vatan için çalışan ülkü erlerine öğütlemiştir. Hakkın ve hakikatin peşinde bir ömür süren Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, ülkücü şehitleri de unutmamış ve ülkücü şehitleri destanlaştırmıştır. Dursun Önkuzu, Süleyman Özmen, İlbey Güneş ve Gülbey Karataş’ın şehadetlerinin ardından kaleme aldığı şiirlerle hem acısını paylaşmış hem de nesiller boyunca bu şehitlerimizin unutulmamasını sağlamıştır.
Bir vefa abidesiydi Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu. Kür Şad ve kırk çerisinin mücadelesinden tutun da Malazgirt önlerinde Alp Arslan ve ardındaki Oğuz’un elli bin tuğu ile Anadolu’nun fethine kadar, Dedem Korkut’tan Fatih’e, Yunus Emre’den Hacı Bayram’a kadar Türk-İslam tarihinde iz bırakan olayları ve şahısları mısralarına taşımıştır. Genç Osman’ın soyundan olduğu bilincini hep diri tutan Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Atatürk’ten Sütçü İmam’a, Nihal Atsız’dan Güz Sazak’a ve Dündar Taşer’e değin Türklük uğrunda mücadele eden değerli isimleri anmayı ihmal etmemiştir.
Turan’a giden yolda Kızılelma ülküsünün bir neferi olmuştur. Gençosmanoğluna göre, Kızılelma ülküsü yüzyıllar boyunca Alperenlerin rüyalarını süsledi ve gönüllerine bir sevgili gibi taht kurup, şuurlarına sabit bir fikir olarak yerleşti. Artık o bir ülkü idi. Malazgirt zaferinden, İstanbul’un fethine kadar geçen üç yüz seksen iki yılda gelişen; askerî, siyasî, sosyal ve kültürel olayların özünde Kızılelma ülküsünün kıvılcımlarının parladığını söyler. Ve atalar ruhunun yalnız savaş meydanlarında değil; ilim, sanat, kültür, irfan ve teknik alanlarında da milletimize haz ve hız vereceğine, milletimizin, geleceğe doğru daha güvenli ve daha ümitli yürüyeceğine inanıyordu. Turan ülküsüne olan inancını şu satırlarda belirtir:
“Bir gün gelir, duyar kurt çocukları
Aynı kandan olduklarını…
Ve yükselir elbet Turan bayrağı;
Dalgalanır doğudan batıya dek…
Dalgalanır göğün dokuz burcunda.”
Şiir yazmasındaki amacı, millî şuuru canlı tutmak, geçmişi, ak ve kara, acı ve tatlı günleriyle hatırlatmak ve geleceğe doğru, her gün yeniden bilenmiş bir millî şuuru ve imanı, genç nesillere vermektir. Şairin ve şiirin görevinin: “Milleti yoğuran olayları, kahramanları, eserleri… Millî tarihi, coğrafyayı nesillere şiir diliyle anlatmak… Bazen överek, bazen susarak, bazen sitem ederek genç nesilleri zevk ve heyecanla millî ülküler etrafında toplamak…” olarak belirtir. Ve şairin bu görevi, milletine mukaddes bir borç gibi eda eylemesi gerektiğini söyler. Bizler inanıyoruz ki Gençosmanoğlu bu görevi hakkıyla yerine getirmiş ve Türk milletine borcunu ödemiştir. Nasıl ki millî musiki “ruhumuzun gıdası” ise millî edebiyatı ve şiiri de “şuurumuzun gıdası” olarak anladığımız zaman, birçok sıkıntının ortadan kalkacağına inanmıştır. Bizlerin de bu şuurla hareket etmesi gerektiğini öğütleyerek, maddî zenginlikler karşısında maneviyatı ihmal eden milletlerin hedeflerine ulaşamadığı gibi bozulma ve çözülmeye mahkûm edildiklerini söyler.
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, bir Türk’ün yaşaması gerektiği ahlâk üzere yaşamış ve bu diyardan göçmüştür. Vefatının ardından yakın arkadaşlarının kendisi hakkında söyledikleri güzel sözler de ahlâklı ve çalışkan bir Türk gibi yaşadığına kanıttır. Takdîr-i İlâhî tecelli ettiğinde, meşhur “Malazgirt Marşı” adlı şiirinin “Aylardan Ağustos, günlerden Cuma/Gün doğmadan evvel İklim-i Rum’a…” mısralarındaki gibi 21 Ağustos 1992 Cuma günü, gün doğmadan evvel Hakk’a yürür. Dilaver Cebeci, cenazenin kaldırılması sırasındaki ilginç rastlantıları şöyle aktarır: “Vefat eden askerî erkan bu camiden bayrağa sarılı olarak askerî bando ile kaldırılır. O sırada camiden kaldırılacak her cenazeye aynı işlemin tatbik edilmesi âdet imiş. Niyazi Bey o gün bir albayla beraber bayrağa sarılı vaziyette askerî bando ile ebedî aleme yolcu edildi. 26 Ağustos’ta başlayan Büyük Taarruzdan 72 sene, 26 Ağustos 1071’de cereyan eden Malazgirt Meydan Muharebesinden 921 sene sonra, Hz. Muhammed (s.a.v.) âşıklarının ölmeyi arzu ettiği bir yaşta göçtü. Yani 63 yaşında idi.” Türklük için çalışıp, çabalamış ve bu uğurda milletine ömrünü vakfetmiştir. Kendisi nasıl ki tarihimizdeki kahramanları, Türklük uğrunda çalışanları bizlere unutturmadıysa biz de Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nu unutmamalıyız. Gençosmanoğlu’nun vefatının ardından Dilaver Cebeci’nin yazdığı şiirin şu satırı, destanların efendisinin Türklükle nasıl özdeşleştiğini bizlere göstermektedir: “Hâlim, istikbâlim ve mâzim gitti!”

Kaynakça:
Arif Yılmaz, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu Hayatı ve Şiir Sanatı, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 2000.
Bedrettin Keleştimur, “Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nu Tanıyalım”, 30 Nisan Gazetesi, 22.08.2019.
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Alperenler Destanı, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, İstanbul, 2011.
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Bozkurtların Destanı, Ötüken Yayınevi, İstanbul, 1972.
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Destanların Burcu, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, İstanbul, 2009.
Töre Fikir ve Sanat Dergisi, Yıl: 5, Sayı: 22, Mart 1973.