Bir Adalet Arayışı Olarak Namık Kemal’in Hukuk Düşüncesi

Osmanlı Devleti’nde başlayan modernleşme hareketleri ile cevabı aranan en mühim soruların başında “Adalet nedir?” gelmektedir. 19’uncu yüzyıl ortalarında hukukî pozitivizm ile birlikte bu soru, hukuk düşüncesi tarafından hukuka dair düşünmenin insicamını bozması hasebiyle dışarıda bırakıldı. Önce Almanya’da hukukun ideleştirilmiş bir formunun bulunduğu ve bunun hukukçularca kavranabileceği tezine dayanan Savigny, ardından İngiltere’de hukukun pozitif olarak temellendirilmesi gayretini gösteren Bentham ve Austin bu sorunun cevaplandırılmasına gerek duymadılar. Marksist yazın, hukukun zaten üst yapının bir aracı olduğunu belirterek onu devletle beraber sönümlendirme arayışındaydı.

Namık Kemal 1840 yılında doğmuş, Osmanlı Devleti’nin son devrinde başlayan modernleşme hareketlerinin içerisinde olgunluk çağına ermiştir. Onun hayatı, şairin dediği gibi, kavganın tam göbeğindedir. Bir yandan modernleşmenin gerektirdiği, şehirli,münevver bir şahsiyet olarak insan için iyiyi ve güzeli aramaktadır. Diğer taraftan, Osmanlı’nın Karlofça’dan bu yana yaşamak zorunda olduğu geri kalmışlık düşüncesinin kabul etmemekte, necip Türk milletinin kendisini geri kalmışlık içerisinde görmesini reddetmektedir. Milletin imanı sağlam oldukça, köklerinde yatan mazinin kudretini fark ettikçe kendisine vurulan zincirleri kıracağına inanmıştır.

Namık Kemal, modernleşmenin bir hukuk değişimine işaret ettiğini görmekte idi. Bununla birlikte, adaleti esas alan, onu tesis etmeye çalışmanın ve zulümden kaçınmanın Müslümanlığın gereği olduğunu vurgulamaktadır. Adalet terazisinin bozulması ile milletin ve devletin inkıraza uğrayacağını, tarihin bunu insanlığa öğrettiğini defeatenbelirtmektedir.Kemal, bu değişimde bir yenilik olarak yeni bir anayasa ile taçlanan devlet yönetiminde,milletin diğer medeni ülkelerde olduğu gibi siyasîolaraktemsil kabiliyetinikazanması gerektiğini savunmuştur. Bununpratikte meclis ile gerçekleşmesini; meclis düşüncesinin ise PeygamberEfendimiz ’inmeşveret sünnetinin gereği olduğunu ifade etmiştir. Siyasî temsilin yanında müsavatın ve hürriyetin devletin vatandaşlara sağlaması gerektiği temel düsturlardır. Devlet, vatandaşına ayrım gözetmeksizin hukuk kurallarını uygulamak ve hürriyeti temel esasları ile sınırlandırmamak ödevini yüklenmiştir.

Namık Kemal, modernleşme çağında bir fikir işçisidir. Bıraktığı miras, Türk edebiyatını, Türk sosyal bilimini derinden etkilemiştir. Bugün Türkiye’ye dair fikir yürütmek isteyen kimse, Namık Kemal’in düşüncelerinden hareketle meselelerin başlangıcını tespit edebilecektir. Kemal, aydınlanma düşünürlerinden siyasî temsil, hürriyet, müsavat düşünceleri bakımından etkilense de; tüm bu kavramların Türk düşüncesinde yer alan köklerini aramakta, hadislerden, ecdadın pratiğinden örneklerle bu kavramları Türkleştirmekte idi. Diğer taraftan Kemal, bir devrim düşünürü değildi. Bu itibarla, milletin var oluş esasını teşkil eden adalet esaslarını düşüncesinin temeline yerleştirmiş, gelenekte yer alan kullanımından mülhem adaleti; ferdî ve ictimaî eylemin nihai amacı olarak belirlemiştir.

Namık Kemal, düşüncelerinin gerçekleştiği I.Meşrutiyet’in ilanının ardından genç sayılır bir yaşta vefat etmiştir. Onun vefatının ardından pek çok içtimai ve hukukî değişiklik gerçekleşmiştir. Adli arayan bir zihnin gösterdiği çabaya karşın, kalkınma ve ilerleme düsturunu ana gaye görenlerin kolaycılığı memleketin büyük sarsıntılar geçirmesine sebep olmuştur. Türk düşüncesi, hukukun anlam ve amaç sorununu ancak adaletin merkezde olduğu bir fikir teatisi ile aşabilecektir.