Barış Pınarı Harekâtı’nın Neorealist Teorisyenlerin Görüşleri Açısından Kısa Bir Tahlili

Suriye’nin Dera şehrinde, Baas hükümetine karşı bir dizi halk hareketleri,  2011 yılında başlamış ve hükümetin aşırı güç kullanarak bastırmaya çalıştığı bu hareketler, Suriye’de bir iç savaşın fitilini ateşlemiştir. Tabii ki bu halk hareketi, bölgedeki diğer ülkelerde (Tunus, Libya, Mısır) daha öncesinde başlayan halk hareketlerinden bağımsız olarak değerlendirilemez. Ancak bu ülkelerde gelişen halk hareketleri yazımızın doğrudan konusunu oluşturmadığı için söz konusu olaylara değinilmeyecektir.

Suriye’deki bu hareketin aşırı güç kullanılarak bastırılmaya çalışılmasının daha da alevlendirdiği ayaklanmalar, günümüzde Suriye topraklarında farklı güç odaklarının yer almasına ön ayak oluşturmuştur.

Suriye topraklarında; IŞİD olarak adlandırılan, dini duyguları terörizme alet eden bir terör örgütünün, karışıklık dolayısıyla bölgede barınma imkânı bulması, küresel terör örgütü olarak nitelendirilen bu terör örgütüne karşı müdahalede bulunma gerekçesiyle ABD’nin bölgeye asker göndermesine yol açmıştır. Ülkedeki iç karışıklıkların her geçen gün artmasıyla birlikte ülke içerisinden bölgedeki diğer ülkelere göçler baş gösterdi. Bu göç hareketinde Suriye vatandaşlarının büyük çoğunluğunun göç ettiği ülke Türkiye oldu. Bu durum ve bölgedeki karışıklık dolayısıyla farklı güç odaklarının Suriye topraklarında yer alması, Türkiye Cumhuriyeti açısından bir güvenlik sorunu meydana getirdi.

Suriye topraklarında özellikle, PKK terör örgütünün bir diğer uzantısı olan PYD/YPG terör örgütünün, küresel güçlerce birçok açıdan desteklenmesi ve bu terör örgütü üzerinden bölgede vekâlet savaşı verilmesi, Türkiye Cumhuriyeti açısından oluşan güvenlik sorununu daha da derinleştirerek Türkiye Cumhuriyeti’ni Suriye sınırları içerisinde bir askeri harekâtta bulunmaya zorlamıştır. Bu zorunluluk dolayısıyla öncelikle Fırat Nehri’nin batısında askeri harekâta başlayan Türkiye Cumhuriyeti, daha sonra Fırat Nehri’nin doğusunda Barış Pınarı Harekatı’nı gerçekleştirmek durumunda kalmıştır.

 

 

Türkiye Cumhuriyeti’nin Barış Pınarı Harekâtı:

Özellikle PYD/YPG bölücü terör örgütünün Suriye içerisinde güç kazanması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırlarına yakın yerlerde barınma imkanı bulması dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti, kendine gelebilecek ve hâlihazırda gelmekte olan tehditleri bertaraf etmek için söz konusu harekâtı başlatmak durumunda kalmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin bu güvenlik kaygısı, Kenneth N. Waltz’un tasvir ettiği şekilde; devletlerin bekalarını korumak amacıyla güvenlik maksimizasyonu anlayışına bürünmeleri durumuyla bağdaşmaktadır. Burada Türkiye Cumhuriyeti’nin güç artırımı politikası bir amaç değil, bölgesel ve iç güvenliğinin sağlanması ve bekasının tehditlerden korunması amacına hizmet etmekte olan bir araçtır. On yıllardır bölücü PKK terör örgütü ile kendi ülkesi sınırları içinde mücadele eden Türkiye Cumhuriyeti’nin, bu terör örgütünün uzantısı konumundaki PYD/YPG terör örgütünün, Suriye sınırında güç kazanmasına ve bölgeye yerleşmesine tahammülünün olmaması anlaşabilir bir durumdur. Tam manasıyla müspet bir düzenin olmadığı uluslararası sistemde, hemen her ülkenin terör örgütlerine “terör örgütü”  nitelendirmesini kendi çıkarları doğrultusunda yaptığı veya yapmadığı göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenliğini tehdit eden söz konusu terör örgütü, bir başka ülke için vekâlet savaşçısı niteliğine sahip olabilmektedir. Bu da bizi Neorealist teorisyenlerden John J. Mearsheimer’ın; ülkelerin bekalarını sağlamak amacıyla güçlerini maksimize etmek zorunda oldukları anlayışına götürmektedir. Mearsheimer’ın bu görüşünde güç maksimizasyonu, Waltz’un anlayışının aksine araç değil amaç durumundadır.  ABD’nin Suriye’deki politikası göz önüne alındığında; kendi coğrafi bölgesinin çok uzağındaki bir bölgeye çeşitli sebeplerle askeri müdahalede bulunduğu görülmektedir. Gücünü adeta dünyaya dayatarak, kendi çıkarlarına göre kendi coğrafyası dışındaki bölgeleri yönlendirmek ve bu şekilde bu bölgelere yön vermek isteyen ABD’nin söz konusu politikası, Waltz’un “bir devletin güç artırmasının ancak kendi bölgesindeki ülkeleri yönlendirmek ve bölgesinde bu sayede bekasını güvence altına almak için bir araç olması” düşüncesiyle ters düşmektedir. Bu politikanın uyuştuğu düşünce Mearsheimer’ın, “ gücün, uluslararası sistemin anarşik yapısında, en güçlü devlet olmak için bir amaç olması ve ülke bekasının bu yolla sağlanması” düşüncesidir. Güç hakkındaki bu iki görüş, devletler tarafından gücün amaç veya araç olarak hangi şekilde görüldüğü ve bu doğrultuda gücün hangi amaçla maksimize edildiği konusunu farklı tezlerle açıklamaktadır. ABD’nin güç maksimizasyonu politikası; Kanada, Meksika gibi kendi bölgesindeki ülkelerle sınırlı olarak kalmadığından ve bu söz konusu politika, dünyanın birbirinden farklı bölgelerini haiz olması dolayısıyla, Mearsheimer’ın öne sürdüğü “amaç olarak güç maksimizasyonu” görüşüne bir örnek teşkil etmektedir.

SONUÇ:

Türkiye Cumhuriyeti’nin bölgesel ve sınır güvenliğini sağlamak amacıyla başlatmış olduğu Barış Pınarı Harekâtı, Neorealist teori açısından, bir ülkenin kendi bekasını sağlamak amacına yönelik olarak gerçekleştirdiği bir harekâttır. Ve bu harekât, Mearsheimer’ın tabir ettiği şekliyle, gücün amaç olarak kullanılmasına yönelik değil; güvenlik azamileştirmesine hizmet eden bir araç olarak kullanılması şekliyle Kenneth N. Waltz’un düşüncesine örnek oluşturacak yapıdadır. Bu harekâtla Türkiye Cumhuriyeti, kendi sınırlarını YPG/PYD terör örgütünden arındırarak bu sayede hem sınır güvenliğini sağlamayı hem de kendi ülke sınırları içerisinde kayıt dışı ikincil koruma statüsündeki insanlarla birlikte 6 milyonu aşan Suriye vatandaşlarını, terör örgütünden arındırdığı bu güvenli bölgelere yerleştirmeyi amaçlamaktadır. Bu sayede Türkiye Cumhuriyeti, sınırlarının güvenliğini sağlayarak, ulusal güvenliğini sağlama yolunda kendi sınırları içerisinde çok büyük sıkıntılara ve yeni sorunlara yol açma tehdidi oluşturan bir güvenlik sorununu, kendi açısından güvenlik sorunu oluşturma durumundan çıkarmış olacaktır.